Sevgili Nana
"En son ne zaman bir kadını sevdin? Sen benim ellerim, kollarım ve şu senin adını haykıran kalbimsin, seni kaybetmekten korkuyorum, sana her dokunuşumda ruhum başka evrende nefes alıyor ve hangi kadının teninden geçip kalbini gördün? “diye sormuşsun.
Hayatımdan çok kadınlar geldi geçti ama sanki hepsinde bir şeyler eksikti. Eksikleriyle kabullenmeye çalıştıkça kendimden çok şeyler verdiğimin farkına vardım ve bir daha kimseyi sevmemek için kendime söz verdim. Her gün farklı tenlerin kokusu tenimi süslüyordu. Günü birlik yaşıyordum. Ta ki birisi çıkana kadar. O ki kelimelerinde beni, yüreğimi, içimi yakan cümleleriyle tanıştım. Ellerinin sıcaklığını, bakışının derinliğini, dudaklarına sürdüğü rujun kiraz kokusunu tatmadım ama kiraz kokularını dudağımda hissettiğim birisiydi o itiraf ediyorum. O ayrı iklimlerde ama aynı gökyüzüne baktığım birisiydi. Dinlediği şarkıları sevdim, donmuş bir resimde gülümseyen yüzünü, gamzelerini sevdim. Gamzelerinin içine hikâyeler sakladım ama o hikâyelerden onun hiç haberi olmadı.
Bana yazdıklarında, artık yanağımın gamzelerinden göç ediyor kuşlar diyordu. O göç eden kuşlar kadar gamzelerinde kalmaya razıydım.
Kendimi, onun kelimelerini okumadığım, sesini duymadığım zamanlarda, içimin sonsuz okyanuslarına zincirliyordum. İşte o zincirlerden ona kolye küpe yapmayı çok isterdim ama ellerim, içim gibi kırık döküktü. Benden hiç bir şey olmazdı.
“Eskiden derdim ki, insanın başına gelebilecek en kötü şey, bir gün yapayalnız kalmasıdır. Öğrendim ki, hayatta insanın başına gelebilecek en kötü şey, yapayalnız hissetmesine neden olan insanlarla yaşamasıdır.'' diyor Goethe. Her şey senin ellerinde yalnızlıklarıma misafir olabilir misin? Belki çoğalıp deniz oluruz ve yüzümüzü denize döneriz. Kim bilir...
Sevgili Nana
Yalnızlığı ben seçmedim. Ben de isterdim kalbimin kendimi göreceğim bir aynası olmasını ama tanıdığım kadınların hiç birinde o aynayı göremedim. Hayatıma giren kadınların sadece tenlerini sevdim. O tenlere dokunarak kalbimi avuttum. Oysa ki içimde çocuk avuntusu sevgiler büyütüyordum. Kenar çizgilerinin dudaklarına değdiği bir bardak olmak isterdim. Seni görmek, seni duymak, ellerinin üşümüşlüğünü, ellerimle almak isterdim. Küçük bir erkek çocuğu gibi dizlerinin dibine çökmek, ellerinin saçlarımda gezinmesini hissetmek isterdim. Bütün yollarımın nasıl tıkandığını, ne kadar güçlü, ne kadar güçsüz olduğuma inanamazsın. Yüreğime dokunuşunu kelimelerinle değil, yüreğinle haykırmanı isterdim. Yarım kalmışlığa bu beden ne kadar dayanabilir? Beni yazdıklarımla sınama, beni sev. Beni yüreğinin kalesine hapsetme ne olur, beni kollarının özgürlüğüne bırak. Benim öykümün zamanı sensin. Anla lütfen! Bu sayfalara yazamadığım, söylemek ve anlatmak istediğim çok şey var. İçimde toparlamak ve birleştirmek istediğim varlık sensin ve bir türlü içime sığdıramıyorum. Gecenin bir yarısı, zavallı küçücük odamdan dışarı fırlıyorum, bağırmak ve karanlığa haykırmak isteyip susuyorum, beni gel sen çöz istiyorum.
Biliyor musunuz? Buralarda insanlar mutluluğu kuşların kanatlarının altında arıyor ve kuşları kanatlarının altındaki mutluluğu almak için öldürüyorlar. Her ölen kuşla birlikte mutluluk biraz daha ulaşılmaz oluyor. Neden böyle yapıyorlar?” diyorsun. İnan bilmiyorum. Ama benim için mutluluk, senin bir gülümsemen ve o gülümseyişin içindeki sen’leri görebilmek.
Bazı şeyleri simdi daha iyi anlıyorum. Hayvanlar insanlardan daha vicdanlı, merhametli ve de sevgi dolu. Neden mi? Beslediğin bir hayvana sadece sevgi ve yemek veriyorsun. Seni sonsuz bir sevgiyle koruyor ve seviyor. İnsanlar öyle mi? İnsanlar en başta kendisi kötü de olsa, iyi olmanı ve sevgisini göstermese de sevmeni istiyorlar. Bu nasıl bir adalet demişsin. Bu kapitalist düzende hiçbir şey adaletli değil, Fromm'a göre, “Kötülük, insan tabiatının ayrılmaz bir niteliği olacak yerde, sağlıksız sosyal ve kültürel çevrelerin ve yanlış eğitim teknik ve yöntemlerinin bir ürünüdür. İnsanoğlunun içinden çıkılamazmış gibi görünen karmaşık problemleri insanın kendi eseridir ve bu problemleri çözmek de yine kendi elindedir. Ama bütün bu problemlerin ortaya çıkışı tarih boyunca nasıl uzun bir zaman aldıysa, onları çözmek de yine uzun bir zaman alacaktır. Çünkü bulunan her çözüm, yeni çelişmelerin ve yeni problemlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır”.
Bunun içindir ki, Fromm, kısa bir süre içerisinde ve çabucak gerçekleşebilecek çözüm yollarının bulunabileceğini düşünmemektedir. İyimserdir, umutludur, ama hiçbir zaman bir hayalperest değildir. Erich Fromm’un “Man for himself” kitabını okumanı tavsiye ediyorum. İnsanlığın geleceğine umutsuzluk ve karamsarlıkla bakma eğiliminin yaygınlaştığı bir dönemde, insanın insanla kıyasıya savaşa girdiği, dünyamızın dört bir yanının çeşitli yıkıcılık ve saldırganlık hareketlerine sahne olduğu bir dönemde, Fromm gibi, Adler gibi, Alain gibi iyimser düşünürlerin geleceğe umut, güven ve iyimserlikle bakan düşünürlere çok büyük bir ihtiyaç var.
Sevgili Nana’m, Yazdıkların elimin altında, sonu yok bu öykülerin. Yine de yazmaktan asla vazgeçme. Ne yazarsan yaz ben her zaman okumaya hazırım. İnsanın yazarken kendi hayatının üstünden geçebilmesi büyük bir yürek ister ve sende o yüreği görebiliyorum. Peçorin gibi kendinden kaçamazsın. Biliyorum ki, Balzac gibi kahveni, kadın kahramanların için gözyaşı dökerek içemiyorsun. Bunlar hep zamanla, yazarak ve okuyarak olacak eylemler. Zamanı bekle.
Burada yazacaklarımı bitiriyorum. Bana yine yazmanı umutla bekliyorum. Benim aynamın sen olacağın günleri bekler gibi. Sende okuduğum kelimeler mutlu bir masal gibi, ben o masalı seninle yazmak istiyorum. Görüyor musun bir yerlerden bilmem ama bu hikâyenin sonu olmalı.
Bak yağmur da başladı. Ben dışarı çıkıp ıslanacağım.
Sevgimle.
Dark