“Selman’la Selma bakmışlar ki kavuşmaları olanaksız. Kaçmaktan başka seçenekleri de yok. Bir aracının yardımıyla önceden sözleşip, kaçmaya karar vermişler. Selman önceden her şeyi ayarlamış Gününü, zamanını belirlemişler. Kızın evi köyün kıyısında. Bir gece yarısı, herkes kan uykudayken onlar uyanıkmış. Selma almış bohçasını eline, gizlice çıkmış evden. Gece ay ışığı da varmış. Kendisini beklemekte olan Selman’la el ele tutuştukları gibi inmişler komşu köydeki bir arkadaşının evine. Arkadaşı da haberlidir. O gece orada konaklamışlar. Sabahleyin erkenden iki gencin yoldan Ankara yönüne giden bir otobüse bindiğini görmüşler ama binen iki sevdalı değil, iki genç delikanlıdır. Bu gençlerden biri Selma diğeri Selman’mış. Selma’ya da bir erkek elbisesi giydirdikleri için kimsenin dikkatini çekmemişler.

Selman’ın bir asker arkadaşı varmış Ankara’da. Babası hem varlıklı hem de çok hayırsevermiş. El kol olmuş Selman’la Selma’ya. Nikâhlayıp evlendirmiş onları. Ardından birkaç parça eşyayla, tuttukları iki göz bir eve yerleştirmişler bunları.  Eli kolu uzun, sözü geçer, varlıklı birisiymiş Selman’ın arkadaşının babası. Sonra ikisini de bir fabrikaya işçi olarak yerleştirmiş.  Çalışıyorlarmış Selman’la Selma. Durumları düzenleri de çok iyiymiş. Sonra köydeki anasını da yanına almış. Selman. Şimdi mutlu bir yaşam sürüyorlarmış.”

“Vay be!” diyor Haydar. “İlginç bir öyküymüş.”

“Oldukça ilginç ve etkileyici.”

“Bizim işimiz zor,” diyor Çelebi.

“Allah kolaylık versin sizlere” diyorum.

“Eh, Allah kerim,” diyorlar.

“Bakalım, gün doğmadan neler doğar”

“Böyle giderse sizin köyde de Selma’yla Selman’lar çoğalacaktır.”

Derin bir ah çekiyor Çelebi:

“Nerde bizde o şans” diyor.

İşte onun içindir ki

GAZOCAĞIM

9 Aralık 1961, Cumartesi.

Sabah erkenden Sungurlu yoluna düşüyorum.

Hava kapalı, yerler çamur. İlk maaşımı alacağım. Yola inerek, Ankara yönünden gelen otobüslerden birisine binip Sungurlu’ya iniyorum. İlk iş olarak mutemedim Osman Soylu’nun mağazasına uğruyorum. Göreve başlayışımdan tam kırk üç gün sonra 313 lira olarak ilk maaşımı alıyorum. 50 lira olan el borcumu verip, teşekkür ediyorum mutemedime..

  56 liraya “Mavialev” marka bir gazocağı alıyorum Osman Soylu’dan. Çay ve yemek yapmada her zaman ocak ve soba yakamayacağım için bana bir gazocağı gerekliydi. Bence teknolojinin son harikalarından birisiydi bu gazocağı. O yıllarda oldukça lüks sayılan, ve gazla çalışan pratik bir ocaktı. Çay demleme, yemek pişirme ve su ısıtmada kolaylık sağlıyordu.

  Çalıştırmak için gazyağı ve ispirto gerekliydi. Bugünkü piknik tüplerinin biraz ilkeliydi. Yere basan üçayağının üzerindeki gövde gaz haznesidir. Buraya gazyağı doldurulur. Haznenin üst orta kısmında gaz borusu, borunun üst kısmında çevresinde ispirto konan küçük bir çanağı vardır. İspirtoyu bu bölüme koyup kibritle tutuşturuyorsunuz. İspirto yanarken piknik tüpü kafasına benzeyen kafa kızıyor. İspirto yanıp bitmek üzereyken gövdedeki pompa koluyla peşpeşe pompalayıp içindeki gazyağına hava veriyorsunuz. Hava, gazı sıkıştırıp basınçla yukarı doğru itiyor. Gaz kızmış olan kafadaki küçük delikten basınçla dışarı çıkarken, kızgın kafada aleve dönüşüyor. Ardından hışırtıyla kafa ocağı yanmaya başlıyor. Yere basan üçayağa irtibatlı olan gazocağının üstündeki çembersi ızgaraya demliğinizi ya da yemek tencerenizi koyuyorsunuz. Gazocağınız çay demlemek yada yemek yapmak için hazırdır artık. Aldığım bu ocak (Büyükpolatlı köyüne giren üçüncü gazocağıymış.)

Ardından terziye uğrayıp, elbisenin provasını oluyorum. Terzi, elbisemin haftaya tamam olacağını söylüyor. Listesini tuttuğum bazı gereksinmelerimle birlikte bir de ayağıma bir çift lastik çizme satın alıyorum 25 liraya. Köydeki karla, çamurla başka türlü başa çıkmak olası değil çünkü.

Maaşımdan kalan 150 liranın 50 lirasını da İlçe postanesinden babamın adresine postalıyorum. Bana kalan 100 liranın bir kısmını da Yusuf’a olan borcuma verir kalanıyla aybaşını getirmeye çalışırım, diye düşünüyorum.

O gün hava kapalı ve serin; zaman zaman da yağmur yağıyor.

Elimde iki file içinde bazı gereksinmelerim ve gazocağımla, birlikte bindiğim arabadan köy yolunda iniyorum. Ayağımda çizmelerimin olması yere güvenli ve sağlam basmamı sağlıyor. Yerler çamurlu da olsa, karlı da olsa dert değil artık benim için. Değil mi ki ayağımda lastik çizmelerim var. O nedenle, rahat bir yolculukla akşama doğru köye, odama ulaşıyorum.          

(SÜRECEK)