İktidar, yanlış ya da doğru ne yapar ne eylerse; bağımlı ya da bağımsız demiyor tüm kurumları kendi çıkarları ve kendi yönergeleri doğrultusunda hareket etmeye zorluyor.

Diyanet de nasibini aldı bu zihniyetten ve iktidarın yönergesi doğrultusunda, “TOKİ’den ev alanlara, faiz caizdir” dedi.

Ne acıdır ki; günümüz Diyanet’i, “Ne fetva vereyim ağabeyime!...” ye dönüştü.

Yani?

Yani Diyanet’le birlikte siyasallaşmayan kurum kalmadı.

Gerçi Diyanet, salt bu çıkışıyla değil, aynı zamanda iyi bir hukukçu ve de iyi bir İslam düşünürü olan Prof. Dr Ali Bardakoğlu’nun görevden alınmasıyla birlikte siyasallaşmaya başladı.

Ve zaten ben de bu yazıyı, “Diyanet’in de siyasallaştığını” anlatmaktan ziyade Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nu anlatmak için kaleme aldım.

Sayın Bardakoğlu, İslam Dünyasının, Ülkemizin ve Diyanet Örgütünün çok büyük şansıydı.

Bu şans, Sayın Bardakoğlu’unun siyasal nedenlerle görevden alınmasıyla yitirildi

İyi bir demokrat, iyi bir laik, iyi bir hukukçu, iyi bir İslam düşünürüydü Sayın Bardakoğlu.

Bakın Sayın Bardakoğlu İslamiyet’i ne güzel yorumlar, ne güzel anlatır; insanlara ne denli uygar bir dille yaklaşırdı.

Derdi ki;

“*İslam dini, dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette yaşansın diye değil. Yani “dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın…” yok böyle bir şey… Günümüz Müslümanları, dünya-ahiret dengesini yitirdiler.

*Biz Müslümanlığı, sadece “inanç, namaz, oruç ve hac gibi belli ritüelleri yerine getirme” olarak algılıyor, bu yüce dini yanlış yorumluyoruz.

*Ortadoğu toplumları barut fıçısından farksız. Birbirlerine karşı duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya ‘öteki’ kavramlarıyla dillendirdikleri için kimlikleri, bu kavramlarla biçimleniyor.

Toplum olarak (bizim de) ayrıştığımız, birbirimize giderek artan düzeyde öfke duyduğumuz bir gerçektir. Bu durum, sosyal birlik ve beraberliğimizin giderek bozulduğunun göstergesidir.

*Günümüz İslam düşünürlerinin (!), içinde yaşadığı hayatla ve gerçeklerle bağları koptu. Dini, üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri yineleyerek anlatmak ve yorumlamak doğru değildir.

*Ortalığı, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler, serbest pazar mantığıyla fetva arayanlar kapladı.

İslam Dünyası paramparça… 53 İslam ülkesi var; hiçbir İslam ülkesi bir diğeriyle anlaşamıyor.

*İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz. İnandıramıyoruz çünkü birçok yerde Müslümanlar, birbirlerini boğazlıyor. Müslümanlar, birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldu.

*Her şeyin altüst olduğu, fırsat eşitliğinin olmadığı, işgaller altında umutların tükendiği, siyasal katılımın olmadığı bir toplumda, ‘sadece din anlatarak’ insanları mutlu edemeyiz.

İslam dünyası acilen bilgi, çalışma, üretme, temizlik, sosyal barış, sosyal adalet, insan hakları, kadın hakları, çevre, özgürlükler, ötekinin hakkı gibi temel konularda zihnini durultmak ve bu konularda mesafe almak zorundadır.

İslamiyet’te ibadet, sadece kılınan namaz değildir.

İnsanlığa, dünyanın imarına, çevreye ve barışa hizmet eden her davranış, ibadettir.

*Gönül isterdi ki, evrensel ve yüce bir din olan İslam’ın din adamları ve düşünürleri; giderek kanıksadığımız bunca eşitsizliğe, sömürü ve adaletsizliğin her türüne, güçlü ve egemen güçlerin her tür oldubittilerine karşı çıksın; bu tür konularda halkın ve hakkın sesi olsun, her türlü ayırımcılığa karşı çıksın.

Bizlere, hepimizin Âdem’in çocukları olduğumuzu, kardeş olduğumuzu, insan olarak eşit ve değerli olduğumuzu, insanca bir hayatın hepimizin en temel hakkı olduğunu anlatıp, anımsatsın.

Ama öyle olmadı ve olmuyor. Olup bitene eleştirel ve yansız bir gözle baktığımızda; bu durumu açık seçik görüyoruz.

*Günümüz cemaatlerinin her biri, ekonomik sektörlere dönüştü. Unutmamalı ki; FETÖ benzeri dini gruplar, kamusal alana sirayet etmeye; kapalı ve kayıt dışı yöntemlerle kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarlarsa din, din olmaktan çıkar.

Yani demem o ki, günümüz cemaatleri dini, din olmakta çıkardı (lar).

*Dini cemaat ve tarikatları; siyasetten, kamusal alandan, yaygın din eğitimi ve ticaretten ellerini çekip, kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazlarsa (ki olmuyorlar) yeni maceralar yaşamamız kaçınılmazdır.

*Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed’in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil.

Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler; aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşinde olanlardır.

*Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik.

Başımıza geleni de hep ‘ya Tanrı’nın gazabı ya da ötekinin berikinin kötülüğü’ diye yorumladık.

‘Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun’ diyerek piyangocu bir anlayışı besledik.

Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.

*Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılandığı ortada. Artık yavaş yavaş yol ayrımına doğru geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor ve çok şeyi de biliyorlar artık..

Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı; İslamfobi denen olayı, mahallemize indirecektir. Çocuklarımız, torunlarımız da haklı olarak yanıtlamakta zorlanacağımız büyük sorular soracaktır.

*Din anlayışımız giderek sığlaştı. Dindarlığı, dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor.

İslam, ‘kes çevrenle ilişkini; ser seccadeni, ibadetle ömrünü geçir’ demiyor.

Ya ne diyor?

Düşün diyor.

Üret diyor.

Temiz ol, , sana verilmiş en büyük nimet olan doğayı koru, çevreye ve çevreciliğe katkıda bulun diyor.

Haklının ve mağdurun yanında ol, kötülüğü önle, iyiliği destekle; insanı, insan olduğu için sev, diyor.

Kul hakkı yeme diyor.

İbadet budur, bunlardır diyor.

Sadaka ve iane kültürüyle ya da güzel söz söyleme sanatıyla (retorikle) bunları sağlayamazsınız, diyor.

*Oysa biz böyle yapmıyoruz. Dini kendi çıkarlarımız kullanıyor, göstermelik tapınmalar yapıyoruz. Kuran’ı Kerim ile aramız açıldı çünkü… Kuran’ı Kerim’in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza, kendimiz fetva vermeye başladık çünkü…”

… …

Evet, böyle derdi eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu.

İşte, beyni, ruhu, niyeti, bilgisi ve yorumları bu denli güzel bir insan, gerçek bir İslam düşünürü vardı Diyanet’in başında.

O nedenle harcandı…

Ve…

Ve Diyanet de bugünkü haline yani, “ne fetva vereyim abime” çizgisine getirildi.