Yaz ayının başlaması ile birlikte orman yangınları da yayılarak devam ediyor. Alıştığımız klasik deyim ise; “Türkiye’nin dört bir yanında orman yangınlarıyla mücadele sürüyor” denecektir. Ne var ki artık bu söz, bir doğa felaketinin habercisi değildir. İhmalin, sorumsuzluğun ve ranta dayalı politikaların acı yansımalarıdır. Her geçen gün kuraklaşan topraklarımız, ateş düşen ormanlarımızın içimizi dağlayan görüntüleri, yurdunu seven her insanı kahrediyor. “Yeter artık” diyoruz.

Bakan Murat Kurum’un açıklamalarına göre; “Sakarya'nın Taraklı ilçesinden başlayarak Bilecik'e sıçrayan büyük yangında 47 bağımsız birim kül oldu. 23 ev, 1 cami tamamen yandı. 41 ev ve 25 ahır-depo ağır hasar aldı.”

Gölpazarı’ndaki Ceza İnfaz Kurumu tahliye ediliyor. 1081 hükümlü çevre illere taşınıyor. Bildiğimiz söz tekrarlanıyor; “Kontrol altına alındı.” Oysa bu yangınlar sadece ağaçları değil, umudumuzu, geleceğimizi ve yaşam alanlarımızı da küle çeviriyor.

Yangınla yok olan sadece ağaçlar değil; ormanda yaşayan diğer canlılar, kuşlar, sincaplar, karıncalar, solucanlar, arılar, kaplumbağalar, karacalar, ceylanlar… Hepsi çaresizce kaçmak isterken can veriyor. Orman deyince sadece orman anlamamak gerekiyor. Bu bir ekosistemdir, yaşam zincirinin halkalarıdır.

Ne var ki insana dayalı yangınlarda, bu halkalar bir bir koparılıyor. Kim ne derse desin orman yangınlarının çoğunluğu insan kaynaklıdır. Sigara izmaritleri, piknik ateşleri, kırık cam şişeler, hatta kasıtlı çıkarılan yangınlar… Her yıl bizi aynı sonuçlarla karşı karşıya bırakıyor.

Yangın sonrası bildiğimiz açıklamalar:

“Gelecek yıl daha fazla yangın söndürme uçağı alacağız.”
“Gecikmesiz soruşturma başlattık”
“Suçlular en ağır şekilde cezalandırılacak”

Bu söylemler her yaz aynı kâbusu yaşamamızı değiştirmiyor. “Uçaklar ve helikopterler şu kadar yüz sorti yaptı” açıklamaları da. Elbette bu bir gayretin göstergesi olabilir. Ormanların yanmasına ait gerçeği değiştirmiyor. Biz artık yangınların çıkmadan önlenmesini istiyoruz. Keşke yangınları söndürmekle değil de, çıkışını önlemekle övünebilsek.

Dikkatimizi çeken, her nedense yangınlar hep turistik alana sahip kıyı şeritlerinde oluyor. Dahası bu bölgelerde birkaç yıl sonra villalar, oteller, lüks turistik tesisler yükseliyor.

Resmi gazetenin (28 Temmuz 2021) tarihli sayısına göre; “Orman vasfını yitiren alanlar imara açılabilir” İnsanın içini kanatan bir karar. Gerçekten ormanlar mı yanıyor? Yoksa bir plan mı var? Buna tam bir yanıt alamıyoruz. “Kimsenin ağzını bıçak açmıyor.” Yangın sonrası daha dumanlar tüterken, yükselen betonlar sanki yanıt değil mi?

Yangın söndürme işi 2019 yılından bu yana özelleştirildi. İhale yolu ile şirketlere veriliyor. Yangın yoksa işsiz kalıyorlar, bu ne yaman çelişki böyle. Doğanın yanmasından kazanç elde edilir mi? Şirketlerin durum karşısındaki heyecanını sorgulamak gerekmez mi? Çok yangın, çok para demek, az yangın az para. Yangınları söndüren şirketlerle, orayı maden sahası yapan, ya da gökdelen dikenlerin aynı şirketler olması, tesadüf mü acaba?

Daha önceki orman yangınları ile ilgili bir yazım da şöyle demiştim: “Sen ve ben sevgili kardeşim, ağaçların, sincapların, kuşların, kaplumbağaların, ceylanların, börtü böceğin ormanların yanışını… Yüreğimiz ağzımızda, hüzünle gözlerimizden iki damla yaş yanağımızdan süzülerek izlerken, iki damla gözyaşı yangını söndürmeye yetmiyor ki.” Orman yanıp kül olduğunda sadece toprağın üstü mü yanıyor? Yüreğimizin içi de yanmıyor mu?