Önce insan olduğumuzu bir kabullenebilsek, bir öğrenebilsek; çok şey değişecek.

Çok ama çok büyük aşama kaydedeceğiz.

Sorun sandığımız, pek çok sorunumuz da kendiliğinden çözülecek.

Ama kabullenmiyor, kabullenemiyoruz.

Kendimizi önce Müslüman diye niteliyoruz, ya da Türk, ya da Kürt, ya da Laz, ya da Arap, ya da Sünni, ya da Alevi…

Her neyse…

Aidiyetlerimizi saplantı haline getiriyor; insanlığımızın önüne geçmesine izin veriyoruz..

Avurtlarımızı şişire şişire “Türk’üz…” diyoruz; ya da “Müslüman’ız” ya da Sünni’yiz ya da şuyuz, buyuz…

Hayır, önce insanız.

Hasbelkader bu coğrafyada doğduk da Türk olduk, Kürt olduk, Müslüman olduk, Sünni olduk, Alevi olduk…

Bir başka coğrafyada doğsak, başka aidiyetlerimiz olacaktı.

*     *     *

Elbet aidiyetlerimiz olacak, elbet aidiyetlerimize sahip çıkacağız ama “önce insan” olduğumuzu da unutmayacağız.

Önce insanız biz, insan…

Önce insan olabilmenin erdemlerini özümsemek, sindirmek durumundayız.

Evet, din çok şeydir ama her şey değildir.

Evet, aidiyet duygusu önemlidir ama yeterli değildir.

Önemli olan insan olabilmektir, insanca düşünebilmek, insanca davranabilmektir.

İnsan olmanın gereklerini yerine getirebilmektir.

*    *    *

Bunun en güzel örneğidir Japonlar.

Japonlar, ne Hıristiyan’dır ne Musevi, ne de Müslüman…

Ne peygamberleri vardır, ne de kutsal kitapları…

Ama insanlıklarıyla, insani değerleriyle, aktöreleriyle, disiplinlilikleriyle, dürüstlükleriyle, tavırlarıyla, davranışlarıyla, özverileriyle, çalışkanlıklarıyla, sorumluluk anlayışlarıyla… örnektirler.

Niye?

Çünkü onlar, insan olmanın erdemini özümsemiş, insan olmanın doruğuna erişmişlerdir.

İnsanlıklarının önüne ya da ardına hiçbir sıfat, hiçbir ilinek eklemezler, eklenmesine de izin vermezler.

Ağırbaşlıdırlar. Acısını, sevincini yaşarken kimseyi rahatsız etmezler. Acılarını, sevinçlerini gösterişe dönüştürmezler.

Onurludurlar. Onurları, gururları her şeyden önce gelir. Başarısızlığa, hataya, onursuz sanılmaya ve de tanınmaya tahammülleri yoktur. Kendi cezalarını kendileri keserler.

Saygılıdırlar. Saatlerce kuyruklarda beklerler, gıkları çıkmaz. Bağırmazlar, çağırmazlar, söylenmezler.

Çalışkan ve yeteneklidirler. Mimari ve mühendislik dehaları inanılmazdır. Bunca şiddette, bunca sıklıkta deprem olur, burunları bile kanamaz, sıvaları bile çatlamaz.

Erdemlidirler. O an için neye gereksinimleri varsa, onu alırlar. Stoklama gibi alışkanlıkları yoktur. Başkalarının da olası gereksinimlerini düşünür ona göre davranırlar. Doyumludurlar.

Düzenli ve disiplinlidirler. Bizdeki kent ayıları gibi sarı ışıkta korna çalmazlar. Gereksiz sollama yapmazlar. İki tekerli motorlarını tek tekere düşürmezler. Egzozların deldirip, gürültü kirliliğine neden olmazlar. Motosikletleriyle, araçların arasında slalom yapmazlar. Kaldırımların yayalara ait olduğunu bilir, motorlu araçlarıyla kaldırımları işgal etmezler.

Özverilidirler. Görevlerinin gereğini, ucunda ölüm de olsa yapmaktan çekinmezler. Tarihleri, son nefeslerini verinceye kadar nükleer reaktörlerin içinde kalan ve görevini sürdüren  Japonlara tanıktır..

Duyarlı ve dürüsttürler. Örneğin bankaları, bankamatikleri, alışveriş merkezleri korunmasızdır. Ne kimse soyguna kalkar, ne yağma olayı olur.

Vicdanlıdırlar. Zayıfları, yoksulları, onurlarını kırmadan kollarlar. Alışveriş merkezlerinde elektrikler kesilir, herkes aldığı malı raflarına bırakır, öyle terk eder mağazayı.

Eğitimlidir. Yaşlılar, gençler, çocuklar, gereği halinde ne yapılacağını, nasıl yapılacağını bilir ve yapar.

Medyaları sağduyuludur. Bizim medyada boy gösteren her devrin adamı gazetecileri, şarlatan yazarları ve yorumcuları Japonya’da göremezsiniz.

Niye?

Allahtan mı korkarlar?

Mahalle baskısından mı çekinirler?

Yasalardan mı ürkerler?

Hayır.

Eğitimleri el vermez ahlaksızlık yapmaya, vicdanları müsaade etmez hırsızlık yapmaya.

Çünkü önce insandır onlar, insanlıkları ön plandadır.

*     *     *

“Ne oluyor insanlığı ön planda tutunca ya da tutmayınca?” mı diyorsunuz?

Şu oluyor…

* Japonya’da okuryazar oranı YÜZDE YÜZ iken; bizde YÜZDE ELLİ oluyor. (Hoş okuryazarımızla cahilimiz arasında da aman aman bir fark olmuyor ya neyse...)

* Onlarda işsizlik oranı SIFIR iken; bizde YÜZDE KIRK oluyor.

* Onlarda DIŞBORÇ SIFIR iken; bizde DÖRTYÜZ MİLYAR DOLAR oluyor.

* Onlarda asgari ücret 5.000 LİRA civarında iken; bizde 950 LİRA oluyor.

* Onlar TEKNOLOJİ üretirken, biz transfer ediyoruz. (Hatta ara sıra da “geri zekâlılar, hâlâ kanser aşısı bulamadılar” diye çıkışıyoruz!)

* Onlar mutluluk ve refah içinde yüzerken; bizler yerlerde sürünüyor, hâlâ hurafelerle uğraşıyor, birbirimizi gırtlaklıyoruz.

* Onların siyasileri en ufak bir skandalda, en ufak bir yolsuzluk söylentisinde anında istifa ederlerken (hatta harakiri yaparlarken);  bizim siyasilerimiz, bizim yöneticilerimiz koltuklarına yapışıyor; “takdiri-i ilahi” diyor, “fıtrat” diyor; Allah Allah nidalarıyla yolsuzluğa , soyguna ve talana devam ediyor..

* Onların seçmenleri, olası yolsuzluk ve hırsızlıklara en sert tepkiyi gösterirken; bizim seçmenimiz; “götürsünler, hiç değilse bunlar benim tarafımdan…” diyor…

Daha sayayım mı?