Çok eski yıllarda Krallıkla idare edilen bir ülke varmış.
Ama, bu ülkede Hukuk ve Hakimler de varmış. Törelere göre, bir vatandaş
öldüğünde şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış. Uzun uzun da yankılanırmış. Eşraftan birisi
ölürse, çanı iki defa, büyük bir devlet adamı ölürse, üç defa çalınırmış.
Ya Kral öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
Gel zaman, git zaman şehirde bir olay olur, iş mahkemeye
intikal eder. Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin
masumiyetini bütün vatandaşlar bilmektedir. Bir formalite olarak görülmesi ve
beraat beklenen davadan sürpriz bir karar çıkar ve sanık para cezasına mahkum
olur.
Hakim sorar: “Bir diyeceğin var mı?” Sanığın cevabı: “
Hayır.” Mahkeme biter.
Dinleyiciler dağılır. Kafalarda bir kaygı!
Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulur. Acaba kim öldü ?
Çan bir defa daha çalar. Acaba eşraftan kim öldü ?
Şehir çan sesi ile bir defa daha inler.
Hımmmmm...Büyük bir
devlet adamı. Acaba kim?
Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalar, yeri göğü
inletir.
Herkeste bir feryat: Eyvah! Kral’ımız öldü!
Ancak, törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan beşinci
defa çalınır, yer gök inler ve sesler kesilir. Herkes bunun ne anlama geldiğini
öğrenmek için çan görevlisine koşar, bir de bakarlarki çanı, haksız yere mahkum
edilen adam çalmaktadır.
Sorarlar : “Ne demek beş defa çan çalmak ? Kraldan daha
büyük birisi mi öldü?
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da…
" -EVET ! ADALET ÖLDÜ ! .
Batman Mobil’de çalışırken (1979-1982), Batman Cumhuriyet
Savcısı Çorum Lisesinden arkadaşım İskilip’li Tuğdur Yazgan, Hükümet Tabibi de
Osmancık’lı arkadaşım Dr.İsmail Gökgöz’dü. Üç Çorum’lu olarak, ben akaryakıt
darlığında güneydoğudaki Mobil bayilerine akaryakıt yetiştirmeye çalışıyor,
Savcı Tuğdur bey Adaleti sağlamaya
çalışıyor, Dr. İsmail de Batman’ın sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu.
Akşamları TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı)
tesislerinin havuz başında sohbet ederken, Dr. İsmail bey Batman’da cehaletten
kaynaklanan çoğalmaya dikkat çekerek, “hocam her ailede en az 10-15 çocuk var,
eğitilemeyen bu çocuklar gelecekte devletin başına bela olacak” der, Savcı
Tuğdur bey, yine cehaletten kaynaklanan adli vakaların çokluğuna dikkat
çekerek, “mahkemelerde bu yığılma hayra alâmet değil arkadaşlar” der, ben de
yaşanan akaryakıt sıkıntısı yüzünden
bayilerle her gün münakaşa etmek zorunda kaldığımı söylerdim.
Aradan otuz yıl geçti. Özellikle, Güneydoğu Anadolu’da
cehalet yüzünden bilinçsizce çoğalmanın bedelini günden güne artan PKK
terörüyle çok acı bir şekilde ödüyoruz.
Cehaletin yarattığı kargaşa yüzünden adalet de, yine kör
topal ilerliyor.
Demek ki, her şeyin başı cehalet sevgili okurlar.
Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı
olanlar bağırmaz.
Seyyar satıcı bağırır da, kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır
ama antikacı bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga
içindedir.
Popcular, rockcular boğazlarını patlatana kadar bağırıp
duruyor.
Dede Efendi'yi
okuyanların hiç bağırdığını duydunuz mu?
Bir eğitimci olarak ömrüm boyu cehaletle savaştım. Cehaletle
savaşmak
ibâdetlerin en büyüğüdür. Sizleri de bu kutsal ibâdete davet
ediyorum.
Devir hikmet devri, okumak yazmak gerek.
Cehaletten kurtulup kemâle ermek gerek.
Bir gelir âleme insan, uyan gafletten uyan,
Birazcık tekâmül et, fatihan okunmadan…(Mehmet Özata)