Cumhurbaşkanı Adayı Sayın Muharrem İnce; bir ilki gerçekleştirip; rakiplerini tek tek ziyaret ederek onlara başarı dileklerini iletti.

Son ziyaret ettiği rakibi de AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan oldu.

O gün Sayın İnce’yi, Sayın Erdoğan’ı ziyaret giderken kravatsız görünce, bayağı canım sıkılmış, üzülmüştüm.

“Yakışmadı…” demiş, kınamıştım.

Daha sonra, ziyaret anındaki resimler basına servis edilip, bizlere ulaşınca (ki aşağıdaki resim de o resimlerden biri) “demek ki Sayın İnce’nin bir bildiği varmış” dedim ve ekledim;

“Keşke Sayın İnce de kot pantolonla ziyarete gitseymiş Muhterem’i!...”

* * *

Ekli resme bakar mısınız; siyasal nezaketimiz ne hale gelmiş.

Beyefendi, kendisi varak saltanat koltuğunda oturup, rakibini ikili kanepede oturtunca; (kendince) rakibini ezdiğini sanıyor.

Kafa aynı kafa.

Güç zehirlenmesinden kurtaramadı kendini.

Nefret dilini kullanmakla tatmin olmuyor, nefret görüntüsü sergiliyor aynı zamanda.

Yetmiyor, dozaj artırıyor.

Rakibinin (eski) partisine, “pislik” diyor; “çöplük” diyor, “tezek” diyor; “hava kirliliği” diyor.

Böyle bir şey olabilir mi?

Oluyor işte.

Bütün bu nezaket dışı hakaretlere ve nezaket dışı ağırlamaya karşın Sayın İnce, ne diyor çıkışta (Ve de hâlâ)

“Birbirimize başarılar dileyip, söyleşip, dertleştik…” diyor.

Basın mensuplarının “Ama Sayın Cumhurbaşkanı, partinize ‘pislik’ dedi, ‘tezek’ dedi” gibi tuzak sorularına, kendine yakışan bir üslupla karşılık veriyor.

“Arkadaşlar, ben kampanya süresince, o tür bir dil kullanmamakta kararlıyım…” diyor.

İyi niyet de, görgü de, olgunluk da budur işte.

Türk siyasetinin ve bu makamların; Sayın İnce ve onun gibi güngörmüş, olgun siyasetçilere gereksinimi var.

Düşünebiliyor musunuz; Sayın İnce, soyadı gibi ince olmayıp, Sayın Cumhurbaşkanının ağzıyla, Sayın Cumhurbaşkanına yanıt vermeye kalksa, (zaten gergin olan ortam) ne hale gelir(di)…

* * *

Cumhurbaşkanı adayı Sayın Muharrem İnce; parçalanmış, lime lime edilmiş, beyni didik didik edilerek düşünemez hale getirilmiş Türk seçmenini, yeniden derleyip toparlamaya, özgün fabrika ayarlarına döndürmeye çalışıyor.

Bunun için de olağanüstü bir sabır, duyarlılık ve olgunlukla; şeffaf ve birleştirici bir siyaset izliyor.

İstiyor ki yitirdiğimiz siyasal nezaket, tekrar Türk siyasetine egemen olsun.

İstiyor ki kirlenen siyaset, temizlenip, aklansın.

İstiyor ki rakipler, birbirine çamur atmadan siyaset yapsın.

* * *

Yürekten konuşuyor Sayın İnce; gönülden konuşuyor…

Rakibi gibi prompter denen alete bakarak değil, doğaçlama konuşuyor…

İçinden, yüreğinden ne geçerse, onları söylüyor, onları dillendiriyor.

Kendisinin küçük görülmesine, kendisine “gariban” denilmesine; Genel Başkanı tarafından sahneye, öyle ya da böyle çağrılmasına kafayı takmıyor.

Çünkü o, sahip olduğu kültürü, bulunduğu makamı özümsemiş biri.

Çünkü o, bir öğretmen.

Çünkü o, ülke gerçeklerini çok iyi bilen dürüst bir Anadolu çocuğu…

Çünkü o, Atatürk sevgisiyle yoğrulmuş, iyi bir yurtsever…

* * *

“Cumhurbaşkanının partisi olmaz” deyip, parti rozetini çıkararak başladı seçim kampanyasına…

“Barış istiyorum” dedi, ardından…

Her gittiği yerde de aynı vurguyu yapıyor; “Bu iktidarın bölüp parçaladığı, birbirine düşman ettiği ülkem insanlarını barıştıracağım…” diyor.

“Yok edilen kuvvetler ayrılığı ilkesini yeniden oluşturacağım” diyor.

Hakim ve savcılara sesleniyor. “Seçilirsem, benim önümde, üzerinizdeki düğmesiz cübbeyi, ilikler gibi yapmayacaksınız. Benim girdiğim salona, üzerinizdeki cübbeyle ayağa kalkmayacaksınız. Çünkü gerektiğinde beni de yargılayacaksınız… diyor.

Rayından çıkartılan hukuku, tekrar rayına oturtacağım…” diyor.

Her gittiği yerde, basın mensuplarına, mal varlığının dokümanlarını dağıtıyor.

“Seçilirsem bir dönem Cumhurbaşkanlığı yapacağım. Cumhurbaşkanlığı süremin bitimindeki mal varlığımla, bugünkü mal varlığımı kıyaslayın, olağan dışı bir artış görürseniz, hesap sorun…” diyor.

“Seçilirsem, öncelim gibi koruma ordusu kullanmayacağım.” diyor.

“Binikiyüz odalı sarayı kullanmayacağım, Çankaya Köşkünü kullanacağım” diyor.

“İsraf ekonomisini terk edip, üretim ekonomisine geçeceğim” diyor.

… …

Yaşadığımız ‘tek adam rejiminin’ pervasızlıklarını bizzat yaşayıp, bu pervasızlıklara bizzat tanık olduktan sonra; bu söylemlerden etkilenmemek, bu tavırları takdir etmemek mümkün mü?