İtibar ve ümmet takıntıları uğruna trilyonlar harcanırken; konu, eğitim ve üretimle ilgili yatırımlara geldiği zaman aynı zihniyet kırk dereden su getiriyor.

Saray’ın 2020 yılı bütçesi 11 milyar 519 milyon 609 bin lira; Diyanet’in 2020 yıl bütçesi de 11, 5 milyar lira olarak belirlendi…

Saray ve Diyanet’in her birinin bütçesi, sekiz bakanlığın bütçesinden fazla.

Har vurup, harman savuruyor iktidar.

Yurt içinde yapması gereken yatırımları yapmış bitirmiş gibi yurt dışında camiler yapıyor, yaptırıyor.

Ne için?

İtibar için!

Ekonomisi, eğitimi, adaleti yerlerde sürünen; fabrikaları haraç mezat satılan böyle bir ülkede, itibar olsa ne yazar, olmasa ne yazar.

Kaldı ki yapılan bu “göz boyayıcı sahte itibar gösterisi”, hangi ülke ya da ülkeler için yapılıyorsa; o ülkeler, bu sanal gösteriyi, görmüyor mu, bilmiyor mu, fark etmiyor(lar) mı? Nedenini bilmiyor(lar) mı?

Eğitim, adalet, tarım ve ticaret yerlerde sürünüyor.

Eğitim durumumuz yürekler acısı.

Üretim hak getire…

İthalat tavan yaparken, ihracatımız diplerde geziniyor.

Canı dişinde üretim yapmaya çalışan kurumlarımız ve fabrikalarımız tek tek kapanıyor.

İtibar gösterisinin muhatabı ülkeler, bu rezilliği, fark etmiyor(lar) mı?

Bu çağda, bu teknolojide bilinmeyen ne kaldı ki?

… …

Sözün özü, itibar; saraylarla, köşklerle, uçak ve otomobil filolarıyla, yakın koruma ordusuyla, dayılanmayla, efelenmeyle kazanılmaz.

Ya nasıl kazanılır, ya da nasıl olur?

Eğitimle olur, sadece ve sadece eğitimle olur.…

Doğru eğitimle, bilimsel eğitimle, akılcı eğitimle olur.

Çünkü bilimsel eğitim; beraberinde üretimi getirir.

Yeni buluşları, yeni keşifleri getirir.

Yeni buluşlar, ekonomik kalkınmayı ve büyümeyi getirir.

Ekonomik kalkınma ve büyüme; huzuru getirir, refahı getirir.

Huzur ve refah mutluluğu getirir.

Huzur, refah ve mutluluk, sağlıklı insan ilişkilerini getirir.

Sağlıklı insan ilişkileri de; dürüst, düzgün ve sağlam karakterli adamları göreve getirir.

* * *

Üççeyrek asrı devirdik ya; bir ayağımız sürekli hastanelerde…

İçli dışlı olduk doktorlarımızla.

Bir doktorumuz anlatıyor; “Üniversitelerimiz diplomanın dışında bize bir şey vermiyor ki. Biz doktorluğu buralarda, yani hastanelerimizde öğreniyoruz. Bu durum mühendislerimiz için de, sözde hukukçularımız için de, diğer meslek grupları için de geçerli….” diyor.

Bir lise öğretmenimiz anlatıyor; “Bizim ilkokulda aldığımız eğitimi; inanın liselerimizde veremiyoruz… Disiplin hak getire… Eğitim programları hak getire…”

* * *

Biz de “eğitim, eğitim, eğitim…” derken, böyle bir eğitimi kastetmiyoruz elbet.

Günümüzde tüm kurumlarımız gibi, eğitim kurumlarımız da laçkalaştı.

Sıkıntımız burada.

Bin küsur odalı saraylar, külliyeler, adım başı camiler, yurt dışında yaptırılan camiler, şişirilen imam kadroları, tarikatlar, cemaatler; üretimi artırmıyor, karın doyurmuyor, huzur getirmiyor.

İnsanlarımız boş sözlerden hoşlanmıyor artık.

Yıllar önce görev yapmış, Hak’ın rahmetine kavuşalı yıllar olmuş siyasetçilerin, olmadık yerde ve olmadık zamanlarda; neden ve niçin gündeme getirilip, malzeme yapıldığını anlıyor ve kendilerinin aptal yerine konmasını hazmedemiyor artık.

Kanal İstanbul’un, hangi gücün, ne amaçla ve nasıl bir dayatmayla gündeme getirildiğinin de farkında; İtalyan tasarımı otomobilin yüzde yüz milli ve Türk yapımı olmadığının da…

İnsanlarımız aşsız ve işsiz.

İnsanlarımız huzursuz..

İnsanlarımız umutsuz.

İnsanlarımız güvensiz.

İnsanlarımız endişeli ve kuşkulu.

Artık eskisi kadar güvenmiyor kendisini yönetenlere!

Yakın zamana kadar algı yöntemleriyle ve psikolojik operasyonlarla uyutuluyorlar; insanlarımızın büyük bir bölümü de uyuyordu.

Artık insanımız yemiyor bu tür yalanları ve de kumpasları.

Çok şeyin farkında artık insanımız

Evet, farkında…

Daha doğru “farkında gibi…”

Yani…

Üç camili okulsuz köy…