Kainat, ulu Allah’ın sonsuz ve umumi bir sofrasıdır. Bütün canlılar ayrımsız bu sofranın ortak konuklarıdır.

Alıcı bir gözle, ibret nazarı ile şu uçsuz bucaksız kainata baktığımızda, tabiat dediğimiz özellikle şu dünyanın bir sofra olduğunu, bütün cinsleri ile tüm canlıların da bu ilahi sofranın ortak konukları olduğunu görürüz. Öyle değil mi? Baksanız ya, bu sofrada ayırım yoktur. Kurdun bir danası, kuşun bir dönesi yokken kurt da, kuş da pire de, deve de, sinek de, inek de, karınca da, fil de, kral da, köle de, efendi de, bey de konumları farklı bile olsa, inanan da, inanmayan da, mümin de, kafir de, bu sofradan yararlanma hususunda hak sahibidirler.

Hiçbir varlık, insan olsun, hayvan olsun bu sofradan mahrum edilemezler. Çünkü bütün canlılar kainat sofrasının ortak misafirleridirler. Sofranın sahibi yüce Allah (cc.), canlılar ise onun aziz konuklarıdırlar. Bu ana temel kuraldır. Yüce Allah’ın Rahman sıfatının ve Allah (cc.) olmasının zorunlu bir gereğidir. Çünkü Rezzaku Alem’dir, rızıkların sahibidir.

Mülk ve saltanat onundur. Daha fazlasını dilediğine o verir, hüküm O’nundur.

İlahi sofranın kullanımı insanlara aittir. Bu da bölüşüm ve paylaşımda insanlara adalet ölçüleri doğrultusunda sorumluluklar yükler. Bütün insanlar bu dünyada ceht ve gayretleri ve ilahi takdir oranında sınava tabidirler. Her anda ve mekanda ulu Allah’ın gözetimi ve denetimindedirler.

Hiç kimse bu dünyadan öbür dünyaya maddi olarak bir gram ağırlığında bir şey götüremez. Ancak önce sarsılmaz iman, sonra o imanın gereği ve şükrün icabı güzel amel, yani ibadetlerle yapılan hayır ve iyilikleri götürebilirler. Bunların karşılığını ahirette cennet veya cehennem –ceza yeri- olarak orada bulurlar. Bu da Allah’ın adalet sıfatının gerçek olarak mahşerde tahakkuku içindir.

Görüldüğü üzere, bu dünyanın nimetlerinden inanan da inanmayanlar da yararlanmakta, kimse aç-susuz bırakılmamaktadırlar. Bu canlılara Allah’ın koyduğu dokunulmazlık hakkı olarak verilmiştir.

Bu hususta bütün canlılar eşittir. Ahirette ise durum farklıdır. Ahirette insanlar eylem ve işlemlerinden sorgulanacaklardır. Ahirette özür ve tövbe yoktur. Bunun için hiç kimse oraya günah yükü ile gitmemeli, yükünü dünyada halletmelidir ki, ahirette selamet bulsun. Şimdi dini kitaplarımızda ibretli kıssa olarak yer alan ve bizlere örnek olacak özellikte bulunan Hz. İbrahim A.S.’nin cömertliğini nakledelim:

Hz. İbrahim A.S. cömertliğini yüce Allah’ın gönderdiği ululazim peygamberlerinden birisidir. Cömertliği, yumuşak huyluluğu, sevecen bütün insani özellikleri Kuran’da övülen değeri yüksek bir resuldür. Cömertliğin piridir. Ömründe misafirsiz yemek yemedi. Mutlaka sofrasında bir insan konuk bulamazsa hayvanlarla sofrada yemek yediği anlatılan yüce bir kişidir. Ömrünün bir bölümünde yemek yedirecek misafir bulamaz. Misafirsiz de yemek yemez. Üç gün 4 yolun birleştiği yerde misafir bekler. Üçüncü gün de uzun sakallı, sakalı göbeğine uzanan 95 yaşlarında bir piri fani yaşlı ihtiyar çıkıp gelir. Hz. İbrahim bu ihtiyarı alır, evine ve sofrasına misafir eder. Sofra kurulur. Hz. İbrahim A.S. rabbine şükrederek Allah’ın adıyla besmele ile yemeğe başlar. Yaşlı ihtiyar ise besmele çekmez ve yemeği yemeye başlar. Bu durum Hz. İbrahim’in dikkatini çeker. ‘Bu yaşına gelmişsin, yemeğe, bu yemeğin hakiki sahibi olan ulu Allah’ın adını anarak yemeğe başlanılacağını bile bilmemişsin. Bu nasıl nankörlüktür’ diye misafirine çıkışır. Konuk yaşlı adam Hz. İbrahim’e hitaben, ‘Ben ateşperestim. Ateşe taparım. Mecusilikte yemekten önce besmele diye bir kural yok. Ben dinime, sen de dinine göre hareket ettin. Bundan dolayı beni niçin kınıyorsun’ deyip, aç olduğu halde sofrayı Hz. İbrahim’e kırılarak terk eder.

Yüce yaratıcı, Hz. İbrahim’in bu hareketine karşılık, “Ey İbrahim, o kulum 90 senedir beni tanıyacağı yerde benim mahlükum olan ateşe tapıyor da ben onun bir öğün bile rızkını kesmedim, sen o kadar cömertliğine rağmen yemekten önce besmele çekmedi diye konuğunu sofradan kovdun. Git, yetiş, onun gönlünü al. Hatanı tamir et” buyurur.

Hz. İbrahim koşup ihtiyara yetişir. Yüce Allah’ın selamını ona bildirir. Af ve özür diler. Sofrasına geri getirir. Durumu gören ihtiyar, ‘demek ki ulu Allah benim 95 senelik küfür dolu ömrüme rağmen benim için seni gönderdi’ der ve Müslüman olur.

İşte İslam bu. Müslümanlık bu. İslamın hoşgörüsü bu. Bunun dışındaki davranışlar bağnazlık ve ötelemektir.

Hz. Mevlana ne diyor?

Kimseyi ötelemeyin. Dinden uzaklaştırmayın. Kim ne olursa olsun, ister mecusi, isterse hıristiyan, isterse putperest olsun. Yeter ki İslam’a dönsün. İslam’a girsin. Kim olursa olsun İslam’a gelsin. Küfrünü bırakan İslam’ın güzelliklerini benimsesin o yeter, diyor.

Netice, ulu Allah bu dünyada insanları ayırmıyor, itelemiyor, ötelemiyor, ayrıştırmıyor. Hepsine bir bütün olarak bakıyor. Kendini inkar edenlerin bile rızkını kesmiyor. İnsanlara ne oluyor ki ufak bir hata için insanların rızkını kesiyor.

Allah’ın verdiği güzel dinimizi iyi bilelim, iyi öğrenelim ve ona göre yaşayalım.