Yanlış yapmamak…

Gazetecilik yaşamında haber servislerinde çalışanların yanlış yapma hakları, şansları veya lüksleri kesinlikle yoktur.

“Önce insan, sonra gazeteci” olunduğu ön kabulünden hareket edilirse, evet bu cümle doğru bir cümle.

Yani, gazeteci de herkes gibi insandır, o da her insan gibi doğrular yanında bazen de yanlış-hata yapabilir.

“Her insandan” ayrı yanı ise şudur veya şu olmalıdır:

“Mümkünse hiç hata yapma. Doğrulara ulaşmazsan haberini, makaleni ve yorumunu yazma”

Bu şu demektir özetle:

“Doğruyu bulmak zorundasın. Hata yapma hakkın yok. Ne yaparsan yap, doğruya mutlaka ulaş”

Hürriyet Gazetesi çatısı altında görev yaparken çok ama çok şey öğrendim.

Meslekte 12 yılı doldurduğumda Hürriyet’te sorumluluk aldım.

İlk öğrendiğim şey “Yanlış yapma hakkın yok” oldu.

1974 yılında önüme konan bir dosyada “yolsuzluk” iddiaları yer alıyordu.

Hürriyet Ankara Temsilcisi “Şu dosyayı incele, araştır. Eğer doğrulara ulaşırsan haberini yaz. İstanbul bu habere önem veriyor” demişti.

Kabarık bir yolsuzluk dosyası.

İhbarlar, belgeler, kanıt gibi görünen evraklar.

İşimin zor, sorumluluğumun büyük olduğunu fark etmiştim.

“Acaba sınanıyor muydum?” sorusu hiç aklıma gelmedi.

Günlük rutin görevlerimin yanında hemen her gün dosyadaki bilgileri doğrulatmaya, iddiayı ortaya atanlar ile bu dosyada suçlananları da kapsayan görüşmelerimi sürdürdüm.

Haberin bir ucu devlete uzanıyordu.

İlgili bürokratlarla ve sonunda ilgili bakana kadar ulaşarak dosya incelemelerini bitirdim.

Bir mesai bitimi akşamı, Oktay Ekşi’nin önüne dosyamı koyarken şu bilgiyi aktardım;

“Bir aya yakın süre iddiaları inceledim. Taraflarla görüştüm. İddiayı ortaya atanların somut kanıtları yok. Biz bu haliyle haberi gazetemizde yayınlayabiliriz. Ama havada kalan iddialar beni rahatsız etti. Sanki bu yolsuzluk dosyasındaki belgeler kasıtlı ve rakip firmalarca kafa karıştırmak amacıyla hazırlanmış gibi. Hatta komplo kokusu bile var. Ben ulaştığım bu bilgi ve belgelerle haber yazamam. Gönül rahatlığı ile dosyayı İstanbul’a iade edebilirisiniz.”

Ankara Temsilcim- ki ben de o sırada Hürriyet’in Haber Ajansı Ankara Bölge Temsilcisiydim- Oktay Ekşi “Peki kardeşim, madem ki doğrulara ulaşmadın, madem ki vicdanın haber yazmaya imkân vermedi, mesele yok. Durumu ben İstanbul’a izah ederim” dedi.

Bize göre dosya kapandı.

Bir aylık araştırmam bana “sınava girmiş” hissi uyandırmadı değil. Türkiye’nin en çok satan, en itibarlı ve en inanılır haberleri ile ün yapmış, çoğu haberleri dünya gazete ve dergileri tarafından “referans” olarak kullanılan bir gazetede çalışıyordum.

Kesinlikle “yanlış yapma” hakkım olamazdı.

Sanırım bir ay sonra, büroya gelip o günkü gazeteleri okumaya başladığımız bir günün sabahında, çayımı yudumlarken, yine Türkiye’nin inanılır ve ciddi gazetelerinden birinde, benin incelediğim ve bir ay üzerinde çalıştığım yolsuzluk dosyasının haber olarak manşetten yayınladığını gördüm.

Şoklardaydım.

Bu bile o andaki durumumu yeteri kadar anlatamaz.

Bir iki gün sonra haber yalanlandı. Suçlanan firma o gazeteyi mahkemeye verdi.

Neden anlattım bu olayı.

Kişisel bir başarı diye değil…

Çalıştığım gazetenin sorumlu davranmasının bende yarattığı “ Doğruyu ara. Bulursan yaz, halk da bilsin. Ama bilgi yanlış ise halkı yanıltmaya hakkın yok. Haddini bil, yoksa yalan-yanlış haberi sorumsuz olanlar her zaman yazabilir. Yanlış yazarsan, senin de gazetenin de inandırıcılığı biter”

Hürriyet Gazetesi’nin geçmiş yıllarda, Simavi’lerin yayın organı olarak, günde bir milyondan fazla satış yapmasının nedenlerini anlatabiliyor muyum?

(Devam edecek)