Anadolu lisesi değil ama Anadolu’da bir lisede okudum ben. 12 Eylül darbesinin fikrini belli eden herkesi yaktığı bir kuraklıkta, bozkırın kıyısında beş bin nüfuslu bir kasabadan dışarı çıkmadan hem de. Sağcılarla solcuların birbirlerini boğazladığı günlerin ertesi yıllardı. Artık, sağcılarla solcular boğazlaşmıyor, darbecilerin adamı olanlar, olmayanları sıkıştırıyorlardı.

Lisenin tarih öğretmeni Kel Namık’ı da darbe sonrası fırtınası savurmuştu bizim oralara. Paşabahçe Lisesi’nde yöneticiymiş. Komünist, diye sürmüşlerdi bizim liseye. Gün yüzü göstermeden altı yıl kan kusturdular Komünist Kel Namık Hoca’ya. Oysa, hayallerimizi “senden bir şey olmaz” diye baltalayan taşra kafalı, kendini ahlakçı zanneden darbenin ürünü kimilerinin aksine, tarihin slogancılık değil, etki sonuç işi olduğunu öğretip, kendimize güvenirsek başarabileceğimize ikna etmişti kimilerimizi bu "millet düşmanı!"

Bu arada, melek değildi elbette. Şiddet konusunda onun da sabıkası vardı. Dönemin şiddeti onu da etkilemişti.

80 öncesinden kalan siyaset kırıntıları olsa da, apolitik bir gençlik olarak yetiştik biz. On dakikalık teneffüste, çıtlattığın çekirdeği yere atmaktan daha tehlikeli iş, kızlarla erkek öğrencilerin avluda yanyana volta atmalarıydı. "Çanakkale Şehitlerine" şiirini, verilen birkaç günlük sürede ezberleyememenin bedeli, tırnaklarının cetvelin keskin tarafıyla parçalanmasıydı. Halbuki Kel Namık, o şiiri ezberletmek değil belki ama, vatanı sevmeyi anlatmıştı bir günde bize.

Olay şöyle gelişmişti. Biz her yıl, o dönemin neredeyse tüm ilk ve orta öğretim öğrencileri gibi, 23 Nisan, 19 Mayıs ve 29 Ekim Bayramlarına haftalarca hazırlanırdık. Çarşı içinden tüm okul bando öncülüğünde yürürken, bayrağını penceresine asan esnafın alkışıyla gururlanırdık. Zorluk derecesi yüksek hareketler ve yarışlarda, birlikte omuz omuza mücadele etmeyi öğrenirdik. Elbette 19 Mayısların olmazsa olmazı müsamere gecelerinde, yeni yeni yükselen cinsel kimliklerimiz kadar yurtseverlik de öğrenirdik.

Emektar belediye sinemasında günlerce süren bir müsamere provasında, yılışıklığı tutan birkaç erkek öğrencinin İstiklal Marşı sırasında gülüşme sesleri duyuldu. Marş bitip de ışıklar yandığında, “İstiklal Marşı’nda güldürmeeeem!” diye bağırmaya başladı Kel Namık. Florasan gibi parlayan saçsız kafası kıpkırmızı olmuş, gözleri dehşet içinde dışarı fırlamıştı. “Bu marş kanla yazıldı. Her şey ile dalga geçtiniz eyvallah, ama İstiklal Marşında güldürmem” diye bağırıyordu. Tüm salonu buz kesmiş, hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Sessizliğin nedeni korku değil, yapılan hatanın büyüklüğünü şok ile anlamaktan duyulan mahcubiyetti elbette. Mahcubiyetin yanında, sırtımdan enseme kadar bir ürpertiye kapıldığımı hatırlıyorum. Vatanını savunmak uğruna canlarını veren atalarımızın naaşları önünde gülenlere katılmışım gibi hissetmiştim. O gün okula gidene kadar kimseden çıt çıkmadı. O günden bu yana ne zaman İstiklal Marşı okunsa ürperirim.

23 Nisan akşamı okunan İstiklal Marşı’nın kutsallığını anlamayan yeni nesil amaçsız bazı gençleri görünce, yeniden hatırladım o günü. Kimi ıslık çalıyor, kimi “tekbiiir” diye bağırıyor, kimi de havaya ateş ediyordu. Eğer tekbirin manasını bilselerdi, tekbirle ölüme giden atalarının kanlarıyla yazdıkları İstiklal Marşı okunurken hiç bunu yaparlar mıydı? Sorun, İstiklal Marşının ciddiyetini kavrayamamaktı kanımca. Yoksa elbette İstiklal Marşı’nı protesto ettiklerini sanmıyorum. Lay lay lom gençliğin bu versiyonuydu onlar.

bilmeden milliyetçi, sınıfını sorgulamadan solcu, tekbirin manasını özümsemeden dindar olduğunu zannederek yetişen bu amaçsız gençlik, ülkenin geleceği için ciddi bir endişe kaynağı gözümde.

Ülkenin birliği için işgale karşı savaşan Kürt, Arnavut, Arap, Adige, Türk,…kanlarıyla yazdılar bu marşı. Ülkesine sadık Ermeniler ve diğer gayrımüslimler de ortak kader için can verdiler. Vatan şairi Mehmet Akif, ülkesinin birliği uğruna can verenlerin tercümanıdır. Onun için yurttaşı dini inancı, felsefi görüşü, yaşam biçimi, mezhebi ya da milliyeti üzerinden ayırıp ötekileştirmek milliyetçilik değil, bölücülüktür. Onun için, ülke bir ve mutlu kalsın diye biraz daha okuyalım. Biraz daha düşünelim. Ama, çokça ciddi olalım. İstiklal Marşı okumak ciddi iştir zira. Hele yazmak...

NOT: Namık Hoca mı? O şimdi, Küçükyalı'da bir dairede yalnızlığını yaşıyor.