Evet, bu kavga, partiyi zaafa uğratacak bir çizgiye doğru kayacak gibidir.
Ve de CHP üzerinde siyasi hesapları olanlar için yararlanacakları bir siyasal iklim yaratılacak gibidir.
Çünkü bugün, başarısızlığın nedenleri sorgulanması gerekirken pek de getirisi olmayan bir kavga, yazılı ve görsel medya aracılığı ile hiç de hoş olmayan bir dille yapılır olmuştur ve de olmaktadır.
Bu nedenle yapılan eleştirilere karşı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM’deki ilk grup toplantısında yaptığı konuşmada, basına yansıyan eleştirilere isim vermeden tepki göstererek şu ifadeleri kullandı:
“Beklediğimizi alamadık. Yani açıkça ifade etmek gerekirse kazanamadık. Eleştirilerin tamamını saygıyla karşılıyorum. Ama kalemi eline alıp da önyargıyla hareket edenlerin gazeteciliğini sorgulamak da benim görevimdir” dedi.
“Kalemini satmayan, onurlu gazetecilik yapan, haklı eleştirilerini her zaman yazan bütün gazetecilere saygım vardır” dedi.
Ve de “Ama kalemini satan ve onurlu davranmayan, kendisini bir anlamda savcı, yargıç yerine koyup karar veren gazetecinin gazeteciliğini de sorgularım!” dedi.
***
CHP’ye yakın SZC Kanalında, CHP’ye yakın ve popülaritesi yüksek haber sunucusu Fatih Portakal ise:
“Kılıçdaroğlu'nu izlerken üzüldüm. Büyük bir pişkinlik içindeydi. Kusura bakarsa da baksın” dedi.
“Biz sizin askeriniz değiliz ki, biz böyle yandaş fondaş falan da değiliz” dedi.
“Gururla ayrılabilirsiniz. Bu şekilde pişkinlik içerisinde bulunuyorsunuz” dedi.
“Kibirli bir bakış açısı var. Hangi dünyada yaşıyorsunuz siz” ifadelerini kullanarak, “Bu kibirle o koltukta oturamazsınız, seçmenle dalga geçiyorsunuz” dedi.
Ve de Kılıçdaroğlu'nun “kalemini satan ve onurlu davranmayan” diye nitelediği gazetecilerin kim olduğunu sordu.
***
Bu sözlere karşılık yine CHP’ye yakın TELE-1 kanalında, popülaritesi yüksek Merdan Yanardağ:
Fatih Portakal'a sert bir tepki göstererek, “Kılıçdaroğlu'na yönelik eleştiriler CHP'yi imha etmeye yöneldi” dedi.
“Kılıçdaroğlu'na hakaret edilmesi saygısızlık yapılması, yukardan konuşulması bütün bunları kabul etmek mümkün değil. Onlar tamamen gazetecilik falan değil terbiyesizlik örneğidir” dedi.
Ve de “Terbiyeli olacaksınız, ağzınızı toplayacaksınız. Yandaş medyanın deyimleriyle dostlarınıza saldırmayacaksınız” dedi.
***
Ama sanırım öncelikle bir özeleştiri yapılmalıydı.
Kılıçdaroğlu’nu başarısız bulanlar ve bulmayanlar, çekilmesini isteyenler ve istemeyenler, değişim sesini yükseltenler ve yükseltmeyenler bir özeleştiri yapmalıydı.
Çünkü bugün, Abdullatif Şener olayı yeterli bir ders olmuştur sanırım.
İşte bu nedenle sormak gerekir, özellikle CHP içinde ve CHP’ye yakın olan yazılı ve görsel medyada:
-Abdullatif Şener CHP’ye gelirken, büyük bir iltifatla karşılanırken, milletvekili yapılırken ve cumhurbaşkanlığı adaylığı için bile ismi dolaşıma sunulurken…
-Atatürk dönemini diktatörlükle suçlayan Ekmeleddin İhsanoğlu cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilirken, yani böyle bir siyasal zafiyet yaşanır ve “tıpış tıpış gidip” oy verilirken…
-Dokunulmazlıkların kaldırılmasında, “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” denilirken…
-Başkanlık sistemi referandum sonucunu, “anayasa mahkemesine götüreceğiz” deyip götürülmezken…
-Diyanet akademisi yasasını eleştirip, meclise girerek bir oyla bile hayır denilmezken…
Yani yazılı ve görsel medyada bugün eleştiri yapanlar, o gün bu çok önemli politik kusurları hiç eleştirdiler mi?
Yani denilebilir ki, toplumsal bir analiz yapılması ve toplumsal dokunun daha reel okunması gerekirken, yapılan bu eleştirilerde bir samimiyet sorunu vardır.
Bu nedenlerle bir kez daha sormak gerekir:
Henüz içi doldurulmamış değişim sesleri ve buna bağlı olarak yapılan eleştiriler, yalnız Kılıçdaroğlu’na git anlamında mıdır?
***
Eğer özet olarak ifade etmek gerekirse, Abdullatif Şener olayı çok çarpıcı olarak göstermiştir ki:
İlkelerinden savrulmanın, seçim kazanacağım diye ilkelerinden uzaklaşmanın neye mal olduğu, sanırım yeteri kadar görünür olmuştur.
Devşirme siyasetçilerle hiçbir siyasetin başarılı olamayacağı, çok çarpıcı olarak görünür olmuştur.
Sonuçta diyebiliriz ki, CHP’deki sorun bir başkan değişimi sorununun ötesindedir.
Sorun, uzun bir dönem toplumla bir doku uyuşmazlığı yaşanışı ve bunun okunamayışı ve de genelde ilkelerinden uzaklaşılır oluşudur.