Karakuşi Kadı’nın kimilerine göre Selçuklu döneminde yaşadığı söylenirken; kimilerine göre de yolsuzlukları ile ünlü bir Osmanlı dönemi kadısıymış. Karakuşî Kadı salt yanlış hükümler veren birisi olmanın ötesinde yolsuzluklarıyla da ünlü bir kadıymış. Bu nedenle verdiği hükümlere Hükm-ü Karakuşi denirmiş. Bu nedenle, geçmişten günümüze kadar yargıçların verdiği kimi yanlış kararlara da hukukçularımızın ‘’Hükm-ü Karakuşî’’ dediği bilinir.
Hükm-ü Karakuşî hikâyelerinin uydurma olduğu ve gerçekle hiç bir ilgisi olmadığı söylenir. Necdet Rüştü Efe’nin ‘’Türk Nüktecileri’’ (Nebioğlu Yayınevi) isimli kitabında belirttiği gibi: Selahattin Eyyubi’nin veziri olan Karakuşî’yi yıpratmak için rakibi Esad bin Memmati tarafından yazılmış, "Kitab el Faşuş fi Ahkami Karakuş" isimli uydurma mahkeme kararlarına dayanmaktadır. Dolayısıyla gerçekle hiçbir ilgisi yoktur, der.
Ben de Kadı Karakuşi ile ilgili ilginç bulduğum bir öyküyü, şiir diline çevirerek, okuyucularımızın beğeneceği umuduyla aşağıya alıyorum. İyi okumalar…

GİT, KISA BOYLU BİR BOYACI BUL, ONU AS

Eskilerden bir kadı; adı Karakuşi’ymiş;
Verdiği kararlarla çok garip bir kişiymiş.

Böyle anlatırlar ya, uydurmadır tüm bunlar;
Uydurma olduğunu çocuklar bile anlar.

Burda bir Karakuşi öyküsü anlatalım.
Gülmeyen yüzünüze, biraz neşe katalım.

***
Soymak için bir hırsız, bir evi hedeflemiş;
“Gece yarısı olsun gidip soyayım” demiş.

Evin bahçesindeymiş, el ayak çekilince;
Balkona tırmanması gerekmekteymiş önce.

Ancak ahşap balkonun çürükmüş korkuluğu;
Hırsız da korkulukla yerde almış soluğu.

Bir ayağı kırılmış bu düşme sonucunda;
Demiş: “Dava edeyim; ölüm yok ya ucunda!”

Karakuşi Kadı’ya sabah olunca gitmiş;
Ev sahibi suçluymuş gibi şikayet etmiş.

Demiş: “Kadı Efendi, soymak için evine;
Girecektim balkondan hem sevine sevine.

Balkon korkuluğunu sağlam yapsaydı eğer;
Ayağım kırılmazdı, davacıyım ondan” der.

“Hırsızlık elbet suçtur, der, yasanın bir bendi;
Cezası ayak kırmak değil Kadı Efendi!”

Karakuşi Kadı’ysa güzelce keyiflenmiş;
“Bana ev sahibini hemen getirin!” demiş

Ev sahibi korkarak, Kadı’nın huzuruna;
Çıkmış el ayak titrek; gitmiş bu iş zoruna. 
 
“Balkon korkuluğunu marangoza yaptırdım.”
Demiş: “Yaptırırken de epey para kaptırdım.”

Karakuşi buyurmuş: “tez bulun marangozu!
Getirin huzuruma, anlasın gazı gozu.”

Marangoz çok geçmeden bulunup getirilmiş;
Zavallıcık korkudan ölüp ölüp dirilmiş.

Kadı marangozu da hemen çekmiş sorguya;
Demiş: “Anlat ki sen de; biz varalım yargıya.”

“Demiş ki: “Korkuluğu yaparken Sayın Kadı’m;
Yoldan geçmekte idi, başörtülü bir kadın…

Başındaki örtüsü yeşile boyalıydı;
Gözalıcı biçimde; gözüm de ona kaydı.

Çaktığım çivileri boşa çakmışım meğer.”
Böylesi bir güzellik belki dünyaya değer.

Karakuşi öfkeyle çevresine kükremiş;
“O yeşil başörtülü kadını bulun” demiş.

Bularak getirmişler yeşil başörtülüyü;
Sanki çağrıştırırmış solgun yüzü ölüyü.

Herkes der ki:”Bu konu çözümsüz bilmecedir.”
Zavallı kadın demiş: “Suçum, günahım nedir?

“Bir gün başörtüsünü boyasın diye bende;
Boyacıya vermiştim, suç bunun neresinde?

Kadı boyacıyı da buldurup getirterek;
Demiş ki: Anlaşıldı; sizlere idam gerek.

Çünkü başörtüsünü gözalıcı bir renge
Boyayınca; bakan da bozulmaktadır denge.

Bu işte tek suçlu sen, ve tek sorumlu sensin.
Eylemine uyan bu cezanı çekeceksin.”

Boyacının verecek yanıtı yokmuş buna;
Doğrusu çok pişmanmış boyacı olduğuna.

Karakuşi demiş ki: “yargım yerde kalmasın;
Cezası ölüm bunun hemen götürüp asın!”

Boyacıyı götürüp çıkarmışlar sehpaya;
Ayaklar yere değmiş, adam uzunmuş baya.

Asmaya giden cellat, az sonra geri gelmiş;
“Boyu sehpaya uzun, asamıyoruz” demiş.

Karakuşi demiş ki: “Yargı yerde kalmasın;
Kısa boylu boyacı bularak onu asın.”

12.03.2023