Arap sevici toplumuz.

Kuşaklardan kuşaklara geçen, iliklerimize dek işlemiş bu sevicilikten kurtaramıyoruz kendimizi…

O nedenle de iki yakamız bir araya gelmiyor.

Batı Dünyası uzayda cirit atarken; Araplarla yollarımız kesiştiği günden bugüne yerlerde sürünüyoruz.

Zaman zaman bu seviciliğe ilişkin yazılar yazıyorum; anında, “Senin, Arap kardeşlerimizle, ne alıp veremediğin var?” benzeri aptal eleştiriler alıyorum.

Ben de her seferinde anında yanıtlıyorum…

Hem de bir ilkokul öğrencisinin anlayacağı düzeyde açıklamalar yapıyorum… Bir sonraki yazımda, aynı kişiler, yine aynı aptal soruyla karşıma dikiliyorlar.

Senin Arap kardeşlerimizle ne alıp veremediğin var?

??!!...

Bu ve buna benzer soruları tekrar tekrar yanıtlamaktan gına geldi.

Yine de yanıtlıyorum.

Diyorum ki;

Senin o Arap kardeşlerin var ya o Arap kardeşlerin; işte onlar benim Atalarımın kanını kuruttu…

Önce Selçukluyu kuruttular.

Doymadılar, sonra Osmanlıyı kuruttular.

Yetmedi; rezil, rüsva ettiler güzelim Türkçemizi…

Hem yazı dilimizin, hem konuşma dilimizin içine ettiler.

Hemen her konuda, her alanda kendilerine benzettiler bizi.

Bizi de kendileri gibi hantal, miskin, tembel ve üretim kabızı yaptılar,

Bizim bu ulusla(!) yollarımız kesişene kadar kadınlarımız, başımızın tacıydı. Erkeğimiz neyse, kadınımız da oydu.

Orta Asya’daki Türk devletlerimizin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’da) kadın, önemli hak ve yetkilere sahipti.

Örneğin İskitler'de; her kadının, İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı.

Bundan dolayıdır ki İskit'li göçebe kadınlar, her savaşta erkekleriyle birlikte savaşıyorlardı.

Türk kadınları, bu tür faaliyetleri öyle büyük başarı, gurur ve onurla yürütmüşlerdir ki; Büyük Hun İmparatorluğu adına ilk barış antlaşmasını Mete Han’nın hatunu imzalamıştı.

Böyle bir gelenek ve görenekten gelen biz Türklerin Araplarla yollarımızın kesişmesinden sonra; Türk Kadını da Arap Kadını gibi “2. sınıf insan muamelesi” görmeye, hatta ve hatta insandan sayılmamaya başladı.

Dokumuzu bozdu Araplar.

Karakterimizi bozdu.

Geleneklerimizi, göreneklerimizi bozdu.

Dilimizi bozdu..

Düşünebiliyor musunuz; iki sözcükten oluşan basit bir “sağ ol ya da teşekkür ederim” sözü; Arap ağzıyla sündürüle sündürüle “Teşekkürlerimi arz etmekle kesb-i şeref eylediğimi bildirmekten mütevellit memnuniyetlerimi beyanla mühterihim…” gibi zırva bir laf salatasına dönüştü.

Zaten olmayan üretim ve zaten olmayan bilgi yerinde sayarken; Osmanlının her şeyine “Arap abartısı” egemen oldu.

Yemede, içmede, yatakta, yatmada, kalkmada, tüketimde, giyimde kuşamda, dilde, konuşmada, dilleşmede… hemen her şeyde gereksiz bir abartı sarıp sarmaladı Osmanlıyı…

Arapların pis ve miskin yobazlığı Osmanlıyı dört bir koldan sarıp, sarmaladı..

Arapların, Arap virüsüyle el atıp da kurutmadıkları devlet ve uygarlık yok gibi bir şey.

Bakın Kazakistan’ın Kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, Arapları nasıl anlatıyor.

“Araplar nereye el attıysa o toplumu kurutmuş, kendine benzetmiştir.

Bunun en belirgin örneği Farslardır. Köklü bir kültürü ve köklü bir geçmişi olan Farslar, farkına varmadan Araplaşmıştır.

Sadece Farslar mı?

Sümerlerin, Akadların, Babillerin, ve de Asurların torunları Iraklılar da Araplaşmıştır.

Ve dahası…

Süryani Suriyelilerin, Süryaniliklerinden eser kalmadı; Araplaştı…

Antik Mısır Uygarlağının çocukları Mısır’dan eser kalmadı. Araplaştı.

Savaşçı Çeçenler, aynen miskin Araplara benzedi.

Kartacalı Anibal’in torunları Tunuslular’dan eser kalmadı.

Berberi Çezayirliler, Libyalılar da aynı akıbete uğradı.

Nereden nereye, İslamı kabul etmiş Sırp Boşnaklar bile Araplaştı.

Öz be öz Türk Osmanlılar Araplaştı.

Ve Osmanlı sonrası Türkler…

Atatürk’ün özüne döndürdürerek dinamizim kazandırdığı Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkleri… Atatürk’ün ölümünde sonra ne yazık ki bu Türk kardeşlerimiz de hızla Araplaşmaktadır.”

Kim söylüyor bunları?

Dışardan bir göz.

Bir Ortaasya Türk’ü…

Ve bu Ortaasya Türk’ü, Nazarbayev, “Ne yazık ki…” diyor.

Ne yazık ki!

Evet, ne yazık ki gerçek bu.

Bu iktidarın elinde, hızla Araplaşıyoruz.