İstanbul’da sağduyu hakim oldu; 2024’ün 1 Mayıs’ında taşla, sopayla ve biber gazıyla başlayan çatışma büyümeden söndürüldü. Ve de Emek ve Dayanışma Günü kutlamalarına bir gölge düşmesi engellendi.

Ama 2024’ün 1 Mayıs’ında işçiler işçi bayramında, işçiler için sembolik kutsallığı ve hafızası olan Taksim Meydanı’na sokulmadı.

Öyle ya, sanki işçilere yer mi yoktu!

Oysaki 2008 yılının 1 Mayıs kutlamasına Taksim Meydanı’nın yasak edilişi, AİHM'e dava edilmiş ve Türkiye mahkûm edilmişti.

Ve de Anayasa Mahkemesi 12 Ekim 2023'te aldığı kararında, Taksim Meydanı'nda 1 Mayıs kutlamalarının engellenmesinin gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine hükmetmişti.

Peki, ne oldu şimdi?

İşçilerle polis karşı karşıya getirilince...

Taksim meydanı işçilere kapatılınca

Ve de Emek ve Dayanışma Günü bir gerilime dönüştürülünce...

Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük bir zafer mi kazandırıldı?

Türkiye Cumhuriyeti'nin ünü mü yükseltildi, itibarı mı artırıldı?

Ya da ülkede, toplumsal barışa büyük bir katkı mı sağlandı?

***

İşte bu nedenlerle bir sormak gerekti:

Bu ülkenin barışa ihtiyacı var diye yüksek sesle nutuklar atılırken, Taksim Meydanı için yanlış mı yaptık, doğru mu yaptık diye vicdani bir muhasebe yapıldı mı?

Ülkenin bütün sosyal dokusunu içinde taşıyan İstanbul küçük bir Türkiye'dir. Burada işçileriyle barışık bir ortamın, bütün Türkiye'de etkisinin ve temsil gücünün yüksek olacağı hiç düşünüldü mü?

Ve de özellikle de bu ülkede etnik çatışmanın ayak sesleri canlı dururken, İslami referanslı siyasetle laik referanslı siyasetin gerginliği tırmandırılırken, işçileriyle barışık bir siyasal iklimin ne kadar ihtiyaç olduğu düşünüldü mü?

***

Oysaki 1 Mayıs kutlamaları için:

Türkiye işçi hareketi çok büyük bedeller ödemişti.

İlk kez 1909-1910-1911-1912 yıllarında kutlanmış; “Balkan Savaşı ve ardından Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yasaklanmış, 1919-1920-1921’de kutlamalar yeniden başlamıştı.

Ama bu kutlamalar, işgal edilmiş ülkenin işgal edilmiş İstanbul'unda Bağımsızlık Mitinglerine dönüşmüştü.

Ve 1923'te resmi olarak “İşçi Bayramı” ilan edilmiş, 1925'te “Takrir-i Sükûn” yasasıyla genel yasaklar içine alınmış, 1935'te “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak kabul edilmişti.

1960'dan sonra kitlesel kutlamalar yeniden başlamış, 1977'de görkemli bir katılım olmuştu. Ama bu kutlamanın sonu, büyük bir katliama dönüştürülmüş; 34 ölü, 100'lerce yaralı ile adı “Kanlı 1 Mayıs” olarak kalmıştı.

Ve kutlamalar, 12 Eylül 1980 darbesi ile tümden yasaklanmış, 1992'den itibaren yeniden başlamıştı.

2008'de “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edilmiş, 2009'dan itibaren de “resmi tatil günü” yapılmıştı.

2010 yılında ise Taksim Meydanı da açılmış, 200 binin üzerinde bir katılımla siyasi, etnik ve inanç farkı gözetmeden çok görkemli bir kutlama yapılmıştı.

***

Ama ne olduysa oldu!

Toplumsal barışa en çok ihtiyaç duyulduğu, terör ve çatışmanın durur gibi olduğu bir dönemde, yani 2013 yılında 1 Mayıs kutlamaları için Taksim Meydanı yasaklanmış, ortalık karışmış, İstanbul sokakları savaş alanına dönüşmüştü.

İşte bu yasaklama, bugüne kadar devam etmiş ve de etmekte.

Oysaki toplumsal yapıda üretimin iki ana bileşeni vardır. Sermaye ve emek...

Her nedense bu ülkede sermayenin sahibi ile barışık olan devlet, emeğin sahibi olan işçisiyle hiç barışık olmamıştır.

Aslında devlet, özellikle işçisiyle daha barışık olmalıydı. Çünkü üretimin ana gücü onlardı, üreten onlardı.

Çünkü onlarsız ne taş üstüne taş konur, ne makineler çalışırdı.

Çünkü onlarsız ne trenler yol alır, ne yollar asfaltlanırdı.

İşte bu böyle bilinmeliydi ve ikinci 100 yılına girmiş Cumhuriyetin yönetimi, artık işçisiyle barışmalıydı.

Ve de ülkenin genelinde coşkuyla kutlanan 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı’nda da kutlanır oluşu, toplumsal barışa bir mesaj olmalıydı. Ama olmadı, olamadı