Dokuzuncu Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’in 1965-1970 arası  başbakanlık dönemi hiç unutulacak gibi değil. Hiçbir dönemi unutulmamalı ya,  o da ayrı konu.

Demirel, 65 seçimlerini kazanmadan önce ABD menşeili Morrison firmasının Türkiye temsilcisi…

1960 İhtilali öncesi, Demokrat Parti dönemi başbakanı rahmetli Menderes’in “Su İşleri” genel müdürü olarak da ünlenmiş  rahmetli Demirel..

Demirel’in Genel Başkanı olduğu Doğruyol (DYP) partisine karşı muhalefet yapan gazetelerin tümü koro halinde, 1965 seçimi öncesi Demirel’i Masonlukla suçluyordu.

Morrison firmasının temsilciliği nedeniyle “Amerikancı” diye ağır şekilde eleştiriyorlardı.

Demirel’e karşı gazetelerin ağır şekildeki muhalefet eylemi, büyük bir çoğunlukla seçimleri kazanıp Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da devam etti.

Hem de nasıl…

1965-70 yılları arasında başbakanlık muhabiri olarak çalıştığım dönemde, başta Hürriyet olmak üzere  Zafer ve Son Havadis hariç, tüm gazeteler Demirel iktidarına karşı ağır muhalefetteler.

Muhalif Akşam Gazetesi’nin başbakanlık muhabiri arkadaşımız (adını yazmayacağım) bakanlar kurulu toplantısından sonra Demirel’e her seferinde “Efendim sizi Masonlukla suçluyorlar, ne dersiniz?” sorusunu sormaktaydı.

Demirel bu soruyu her seferinde duymamış gibi yapardı, başını başka tarafa çevirirdi.

Yani soruyu yanıtsız bırakırdı.

Bir hafta, iki hafta… Bir ay, iki ay…

Hep aynı soru, hep aynı muhabir…

Sonunda Demirel’in tepesi attı ve bu soruyu onlarca kez aynı tonda, aynı kelimelerle soran arkadaşımıza şu karşılığı verme gereğini hissetti:

“Bak kardeşim, aylardır ısrarla aynı soruyu, aynı kelimelerle, aynı tonda sordun. Ben de her seferinde yanıtsız bıraktım. Sende bir yanlışlık yok. Sana verilen talimatı yerine getiriyorsun. Bugünden tezi yok, bu soruyu sormanı ısrarla isteyen şefine, temsilcine her kimse ona söyle: Yeni bir soru düşünsün.”

Bu “anı” nerden aklıma geldi?

Siyasetçiler de insan…

Ama onlar “demir gibi”  sinir sahibi olmalı…

Toleranslı  davranışları olmalı…

Eleştirilere karşı “güçlü” olmaları gerekir…

Sinir sistemleri her zaman dayanıklılık göstermeli…

Tabii bir yere kadar…

Rahmetli Dokuzuncu Cumhurbaşkanı eleştirilere karşı oldukça “dayanıklı” idi…

Ama haksız, üstelik yalan-yanlış yani asılsız yazı ve söylemlere karşı, yeteri kadar toleranslı olsa da, 10. Cumhurbaşkanı rahmetli Özal kadar “ aşırı iyimser” değildi haksız eleştirilere karşı…

Mesela Özal gazete ve dergi çizerleri karikatüristlere karşı aşırı “tolerans”lı idi.

Hatta karikatürleri ve çizerlerini çok severdi.

Öyle ki en ağır eleştirileri yapan Milliyet Gazetesi’in ünlü karikatüristi rahmetli Bedri Koraman’ın çizdiği bazı karikatürlerin orjinallerini Koraman’dan ister, kopyalarını büyüttürüp tablo olarak evinin duvarlarına asmaktan geri kalmazdı.

Sayın Erdoğan’a gelince:

Hiç ama hiçbir zaman “muhalif” gazeteci-muhabir-yazar veya genel yayın müdürlerine muhatap olmadı…

Saray soytarısı” sözde basın temsilcileri, kendilerine “gazeteci süsü” verenleri, TV ekranlarında Saray’ın hazırladığı soruları sorarak yağcılığın en “vıcık” yanlarını teşhir edenleri muhatap alan sayın Erdoğan, bırakın eleştiriye, beklenmedik soru soran “yandaş” gazeteci hanıma bile tahammül edemediğini son olayda gösterdi.

Son yaşanan olay şöyle gelişti.

İstanbul Belediyesi adaylığına, AKP’den sayın Erdoğan tarafından seçilen Murat Kurum, nedense “Kanal İstanbul”, ya da “ TOKİ mağdurları”nın sorularından ısrarla kaçıyor.

Sayın Erdoğan’a ise tek bir soru dahi sorulamıyor.

Geçenlerde A Haber muhabirinin “ aykırı sorusu” karşısında, kameralar karşısında, herkesin önünde “Rüya kendine gel” ikazına maruz kalması demek, cumhurbaşkanı tarafından “fırçalanmak” tan başka  ne anlama gelebilir ki?

Keza bu soruyu “kaza ile” de olsa, eğer Halk TV veya KRT muhabiri sorsaydı….

Sayın Erdoğan’ın vereceği yanıtı tahmin etmek bile istemiyorum…

Özetle, devlet katında sorumluluk üstlenen her siyasetçi “sabır taşı” olmalı…

Dahası “olmak zorunda” hissetmeli kendisini…