Anasını bulan kuzu sanki

Bir sözcüğün şiiri bulması

Tersi ya da

Güfteyi bestelerken

Ezginin o sözü emzirmesi

Tersi ya da

Romansa dünkü çocuk sayılır

Şiirle müziğin yanında

Yaşar Kemal’e sorarsak

“Kafamda bitirir

Sonra yazarım” der

Murakami içinse

Gizemli yolculuktur

Roman

“Yazarken ben de bilmiyorum” der,

“Okurlar ve ben aynı yerdeyiz.

Bir hikâye yazmaya başladığımda,

hiç bilmiyorum sonunu, birazdan ne olacak bilmiyorum.

Bir cinayet söz konusuysa eğer kim olduğunu bilmiyorum katilin.

Kitabı yazıyorum çünkü onu bulmak istiyorum.

Katilin kim olduğunu bilseydim eğer, ne amacı kalırdı yazmanın.”

Adalet Ağaoğlu ise şöyle der. “Roman yazmanın yöntemleri de başlangıcından bu yana zaten yazardan yazara değişkenlik göstermiş. Kimi, yazı yazarken ayaklarını bir leğen dolusu suya sokarmış. Kimi, yatağa girip başına da bir buz torbası oturtmadan tek satır yazamazmış. Kimi, yazacağını yazıp bitirene dek deli danalar gibi ayakta dönenir, kimi alışık olduğu boyda posta üç kiloluk bir defter edinemedi mi, biz şimdi elektrikler kesilince nasıl oluyorsak öyle olurmuş. Kimine de bugün bir top kağıtla bir yazı makinesi yeterli. Flaubert, içindeki fırtınayı bir “ben”le okura yansıtmamak için, gece yarısı terasa fırlar, o “ben”ini haykıra haykıra yıldızlara söyledikten sonra yazmakta olduğu romanın başına dönermiş. Voltaire’in resimlerinde başına geçirdiği o sivri uçlu gecelik takkesi, hemen hemen yazdıklarının ta kendisidir, benim gözümde. Öfkeli, kavgacı kişiliğini yazdıklarıyla özdeşleştirir bu takke. Bana öyle gelir ki, Voltaire her gün iyi bir meydan kavgasına girişseydi yazı yazmazdı. Rousseau’nun iyimserliğine karşı duyduğu öfkeyi, Rousseau’yu güzelce bir pataklayarak geçiştirebilseydi Candide gibi bir taşlama romanı çıkmazdı ortaya. Örnek yerinde olmasa bile, boğalığı yazıya yönlendirmek de bir yöntemdir.”

Eskiler “Eser müellifin imzasıdır” der ya, bir diğer deyişle üslup. Eserin üretim tarzı da yazardan yazara farklı ki şiirin tanımı denli değişken.