İnsanın, doğanın bir parçası olduğunu hisseden şairdir Nevin Koçoğlu. Ol sebepten de şeyleri, acıyı, hüznü resmederken paletinde doğa vardır hep.

Aydınlatılmış alanlar ve göllenmiş gölgeler… Şairin gönül gözü döner sahnesinde dünyanın, ki o bir yanılsamadır aslında, zaman gibi, sözcüklerle resmeder yolculuğunu, yeryüzü ve gökyüzü adımlarının sesiyle.

Zahiren bir mekânda görülse de o bizim sanımızdır şüphesiz, o mekânın vakit katmanlarında şeylere dokunur.

Nevin Koçoğlu kitabının sonuna meraklı okur için bir de yol haritası eklemiş.

Mehlican: Sonbaharda esen acı rüzgâr / Tiber: İtalya’da bir nehir / Sant’ Angelo: Melekler Kalesi / Sistine: Vatikan’da bir şapel / Bellegio, Angera: İtalya’da şehir / Villa Manzoni: İtalyan yazar Alessandro Manzoni’nin evi / Maggiore: İtalya’da bir göl / Pére Lachaise: Paris’te bir mezarlık/ Montparnasse: Paris’te tren garı / Azizler Köprüsü: Prag’da bir köprü / Vlata: Prag’ın içinden geçen nehir / Auschwitz: Nazilerin toplama kampı / Tuz şehri: Malaga / El-Hamra: Granada’da bir saray / Jian Kuşu: Mitolojide tek gözlü ve tek kanatlı kuş / Apsu: Yeraltı suları tanrısı / Pohutukawa: Cape Reinga burnundaki 800 yaşında kutsal ağaç. 

Gidip gördüğü coğrafyaların (İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda, İspanya, Çekya, Suriye) kültür iklimlerinin katmanlarında gezinir. Hani arkeologlar bir kazı yaparken A kültür katı, B kültür katı diye ad verirler ya aynen öyle.

“Söyleyin dünya geçecek mi?” dizesi, diğer okurları bilmem ama, bana çocukken canımız yandığında söylenen bir sözü hatırlattı. “Öpeyim de geçsin!”

Şair, “Söyleyin dünya geçecek mi?” diye sorarken yaşanan/yaşatılan acılar sarmalıdır imlediği. Derviş çilede gerek misali hayata ve hayatlara kâinat açısıyla bakan şairin de bitmeyen çilesidir dünya yolculuğu. Suda büyütürken ateşi, sonbaharda esen o acı yel, mehlican ile harlanır acı. Ancak şehirlerin içinden geçen nehir, özgürlük kanatlı ruhların da su yoludur. Ah o “Yusufçuğun baş dönmesi.”

İnsan kulağının işittiği titreşimlere “ses” diyoruz. Ya şairin işitip de hissettikleri? Sorar, “Bir ben miyim ağaçların köklerini, toprağın iç çekişlerini dinleyen?” diye. (Uğultu, sf. 23)

“Bir ağaç arıyorum gölgesiyle beni bağrına basacak.” Muhammed Bennis

Dokunmak iletişimde titreşim eşiğidir. “Kökleri doğuya, dalları batıya bakan şu ağaç” der “kalbini kalbime yasladı dün gece, titredim.” (Mağrip, sf. 60)

Yeryüzü adımlarının sesiyle sularda taş sektirirken gök üstünde bulutlarla kaydırmaca oynar. Taş mı bulutun izdüşümüdür, bulut mu yoksa taşın? Atmosfere girince tutuşan göktaşındaki kâinat izlerini bırakır şiire, bulutsu acının dizeleriyle. “Gücüm yetseydi değiştirmek isterdim levhadaki bu kadim / yazgıyı, Jian kuşu’na benzer yarımlığımı…”

Kalbi bir söylemle şiirlerini dokuyan bir şair Nevin Koçoğlu. Aklı sorarsanız deniz-tuz ilişkisidir şiirlerinde. Her okur kendi çağrışım kuşlarıyla kanat çırpacaktır şüphesiz. Ezberlerinizi unutun ve kendinizi şiirin kanatlarında yeryüzü, gökyüzü ve düş-yüzü katmanlarına bırakın, mekânlar ve vakitler arası bir yolculuktur bu.

“Neden burada olmadığımızı soranlara, ışıktan ve gökyüzünden sürüldüğümüzü anlat.” Liberte

Doğanın kâinatın, insanın da doğanın bir parçası olduğunu bilmesine karşın, insan eliyle kurulan dünya düzeniyle olan kan uyuşmazlığının şiirleridir Nevin Koçoğlu’nun söyleyip yazdıkları. “Şimdi kim sökecek bu kör bıçağın pasını kalbimden?” diye sorması ol sebeptendir.

Uğultu adlı şiirin son bölümüyle bitirelim yazımızı.

“Ayakkabılarımı çıkardım. / Kömüre dönüşsün diye köz, bileklerimi örten karlarda / yürüdüm, küçük sularda. Çukurlarında kar kristalleri / eriyen taşlarda. Zamanın soğuk örtüsünü üstüme / çektim, toprağın ve suyun kesiştiği yerde huzursuz bir / nehir gibi uyudum.” (Sf. 27)

(*) Kuğu Kardinalinin Ölümü, Nevin Koçoğlu, Favori Yayınları, 2020, Ankara.

Gazanfer Eryÿksel