Onlu yıl katmanlarıyla şiiri dilimlemeye olduk olası ısınamadım. Bu dilimlemenin gündelik terazi kuranlar için kolaylık sağladığı kesin. Ama hayat ve sanat birbirinin içinden geçerek akan kesintisiz bir ırmak.

Sanat/şiir ulusaldan uluslararasına, evrensellik bir çeşit nirvana aslında, genişleyen bir açıyla kurgulanan metinler silsilesi ve yukarıda da söylediğim gibi birbirinin içinden geçerken aynı ırmağın akarken topraktan bir şeyler alıp taşırken ona bereket vermesi gibi.

Her on yılda bir üretilen şiiri merkez almak birilerine kolaylık getirse de anahtar deliğinden bir yere bakmaya benziyor. Türk şiiri gibi derin kökleri olan bir ormanda hiç olmaz 100 yıl ölçüsüyle baktığımızda neler görürüz acaba, diye düşündüm.

1924’de Türk şiiri…

Bu dönem şiirine genel bir bakış, şiir zevki Tanzimat dönemi veya Edebiyat-ı Cedide anlayışı çerçevesinde oluşmuş şairlerin, Meşrutiyet, Mütareke dönemlerinde şiir dünyasına adım atmış şairlerin ve nihayet Millî Mücadele süreci ile Cumhuriyet döneminde şiire başlamış şairlerin oluşturduğu bir kadroyu karşımıza çıkarır. Bu kadro estetik anlayışlar bakımından şiirin tamamen kişisel duyarlılıkların yansıma alanı olarak görülmesinden, toplumu dönüştürecek bir araç olarak kabul edilmesine; tıpkı felsefe ve dinde olduğu gibi şiirin de metafizik gerçeklerin kavranması konusunda kendisine özgü bir yol olarak kabul edilişinden, sığ ve yüzeysel duyguların sanat gösterisi amacıyla yansıtılmasının yolu olarak kullanılmasına kadar geniş bir yelpazeye yayılmış durumdadır. Bütün bunların yanı sıra edebiyat dilinde ve biçimde de çeşitlenmenin başlangıcı olmuştur.

Şiir tarzını 1900’den önce, yani Tanzimat ve Servet-i Fünûn süreçlerinde edinen

•Abdülhak Hâmit Tarhan (1852-1937),

•Ali Ekrem Bolayır (1867-1937),

•Cenap Şahabettin (1870-1934),

•Hüseyin Sîret Özsever (18721959),

•Sâmih Rifat (1874-1932),

•Faik Âli Ozansoy (1875-1950) gibi adları ilk gruba;

Şiir tarzını II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra ve/veya özellikle Millî Edebiyat anlayışı çerçevesinde edinen

•Süleyman Nazif (1869-1927),

•Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944),

•Rıza Tevfik Bölükbaşı (1869-1949),

•Ziya Gökalp (1876-1924) ve

•Celâl Sâhir Erozan‘ı (1883-1835) ise ikinci gruba dahil etmek mümkündür.

Üçüncü grubu ise şiir anlayışları, estetik tutumları birbirinden tamamen farklı olmakla birlikte Türk şiir çizgisi üzerinde oynadıkları rol bakımından

•Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936),

•Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) ve

•Ahmet Hâşim (1887-1933) oluşturur.

Mehmet Âkif, Yahya Kemal ve Ahmet Hâşim, her ne kadar Meşrutiyet döneminde şiirler yazmaya ve yayımlamaya başlamış olsalar da şiirlerinin niteliği, kendisinden sonrakilere yaptıkları etki bakımından Cumhuriyet dönemi şiirinin başlangıcında, kurucu şairler olarak ele alınması gereken isimlerdir.

(Kaynak: Doç. Dr. Yılmaz DAŞÇIOGLU, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri)

Evet, 100 yıl öncesi Türk şiirinin özeti bu. Nazım Hikmet’in ilk şiir kitabı 1928’de Bakü’de yayınlanan Güneşi İçenlerin Türküsü daha okuru ile buluşmamıştır.

Bunca şairden bugün şiirleri dillerde dolaşan, şiir okuru için başucu kitapları olan kimler var, dersek alacağımız yanıt bellidir.

Günümüz şiir dünyasında bir bardak suda kıyamet koparmanın, afra tafra, birbirini kıra döke gezmenin beyhude figan olduğunu görürsek daha barışçıl bir iklimde yürüyüp gitmez miyiz?

Zaman gündelik terzileri olmayan bir öğütücü. 2124 senesine gelindiğinde günümüz şiirinden kaç şair kalacaktır acaba eleğin üzerinde. Sosyal medya (Facebook) şöhreti olmak 100 sene sonra ne kazandıracak acaba?

Andy Warhol’un (1928-1987) şu sözü ile bitirelim, “Çağımızda herkes 15 dakikalığına meşhur olacaktır.” Lütfen ölüm tarihine bakar mısınız? 1987…  Yani daha sosyal medya denilen icadın tarih sahnesine çıkmasına yıllar var.