Yazımı Ramazan ayının ilk günü kaleme alıyorum. Haliyle yazım da, iki gün sonra siz değerli okurlarım tarafından okunmuş olacak. Ne mutlu tesadüftür ki Ramazan ayının dördüncü günü bağımsızlık meşalemizin yanmaya başladığı 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutlayacağız.

yıl hem Ramazan-ı Şerifi, hem de 19 Mayıs'ı birlikte idrak etmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşıyorum. Ben de bu vesile ile siz değerli okuyucularımın Ramazan-ı Şerifini kutlarken, 19 Mayıs'ta ülkemizin kurtuluşuna giden yolda yakılan meşalenin dünya durdukça yanmasını ve her zaman geleceğimizi aydınlatmasını diliyorum.

Fakat, çok sorunlu ve sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Elimdeki gazetelerin hepsi ağız birliği etmişçesine, Hıncal Uluç'un;"Trump adlı 'İnsanlık Düşmanı Yaratık!..'" başlığına benzer manşetler atıyorlar.

Trump gibiler; "Allah, görünür, görünmez belaların şerrinden korusun!" gibi dualarımızda adı geçen görünür belalardandır. Her devirde görünürler. Trump olayının kötü tarafı ise Süper Gücün başında bulunması ve ayrıca süper güçle ortaklığımızın olmasıdır.

Bu bakımdan ortada bizim için çözümü son derece zor, vahim bir durum var. Çözüm gelecek mi? Gelecekse nasıl gelecek? Merak ediyorum. Ama işin başındaki adamın tutumu ile bu biraz zor görünüyor.

Bu konuda dilekten başka bir şey yapamayacağımdan, Mahmut Baler'in kitabında kaleme aldığı 19 Mayıs'ın başlangıcı sayılacak olayı, daha önce iki kez yayınlamış olmama rağmen, üçüncü defa anlatılabilirlik ve anlaşılabilir olmak adına tekrar anlatmanın uygun olacağına karar verdim. Ayrıca çözüm üretme konusunda örnek teşkil edebilecek farklı bir yaklaşım olması açısından ümit ediyorum ki tekrar beğeni ile okursunuz.

İşte Mahmut Baler'in bu konudaki tarihe not düşülmesi gereken yazısı:

“Köşkte benim de bulunduğum bir gece yemeğinde Atatürk'e soruldu. ‘Paşam Sayın Mareşal'e neden bu kadar büyük sevgi, büyük hürmet, yakınlık gösterirsiniz. Askerlik bilgisi bakımından mı, yoksa bizim bilmediğimiz daha başka mühim sebepler bakımından mı?’

Atatürk geçirdiği eski müşkül günlerin hatıralarını yüzünde belirten düşünceli bir ifadeden sonra heyecanla konuşmaya başladı:

“Maruz kaldığımız ağır mağlubiyet ve işgal felaketi bu mağlubiyeti hissiz bir alakasızlıkla, kabul etmeyi bir türlü hazmedemedim ve içimden taşan bir isyan ve vatanseverlik duygusuyla mücadeleye karar vererek Devrin Sadrazamı Ferit Paşa'dan bir mülakat istedim. Ferit Paşa beni kabul etti. Kendisine: 'Paşam ben bu mağlubiyeti aciz bir kuzu gibi kabul edemiyorum ve bu devletin de böyle göçüp tarihten silinmesini bir türlü hazmedemiyorum. Mücadeleye girip memleketimizi kurtarmamız, çalışmamız lazımdır' diye kanaat ve fikirlerimi anlattım. Ferit Paşa yarım gülerek:

'İlahi Paşam, biz her bakımdan mağlup olmuş bir devletiz. İngiliz donanmasının memleketimize uzanan topları neredeyse köprüyü yalıyor. Neyle, neyimizle ve nasıl mücadele edeceğiz anlamıyorum' dedikten sonra 'Ben sizin bu karar ve fikirlerinizi padişahımız efendimize arz ederim. Ondan alacağım cevabı da size bildiririm' diye ilave etti.

Ben bir münakaşaya girmeyip 'evet' deyip Ferit Paşa'nın yanından ayrıldım. Sonra benim fikirlerimi Padişah Vahdettin'e arz etmiş, Padişah da Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa ile görüşmemi istemiş. O zaman Genel Kurmay Başkanlığı Beyazıt Meydan Kapısının sol tarafına ve merkez kumandanlığı da sağ tarafından iki küçük kasr (saray yavrusu) halinde bulunan binalarda idi.

Ferit Paşa'dan bu malumatı alınca doğruca Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa'ya giderek kendileriyle görüşmek istediğimi bildirdim. 'Buyursun' deyip beni kabul etti.

Ben Ferit Paşa'ya söylediklerimi aynı şekilde Cevat Paşa'ya anlatırken ikinci reis olan Fevzi Paşa da (Çakmak) içeriye girip yanımıza oturdu. Ben Ferit Paşa'ya söylediklerimi tekrarladım. O da aynen Ferit Paşa'nın verdiği cevap gibi bir cevap verdi; 'Biz tam manasıyla mağlup bir devletiz, nemizle ve nasıl mücadeleyle memleketimizi kurtaracağız? Her şey ve her tarafımız işgal altında' deyince, Cevat Paşa'nın odasının pencereleri fevkalede büyük ve genişti. Ben; 'Paşam şu büyük, pencere camının ölçüsünde bir beyaz kağıtla yine o ölçüde bir Türkiye haritası getirmelerini emreder misiniz?' dedim. Beyaz kağıtla Türkiye haritasını getirdiler. Haritayı pencerenin camına tutarak üstüne de beyaz kağıdı kenarlarından yapıştırttım. Dışarıdan gelen güneş ışığıyla kağıdın üzerine haritadaki Türkiye hudutlarının tamamını çizdim ve İstanbul'un bulunduğu yere de bir nokta koydum. Sonra Cevat Paşa'ya dönerek:

'Paşam, işte sizin işgal altında dediğiniz vatan sahamız yalnız bu noktadan ibarettir. Üst tarafı kağıtta gördüğünüz gibi geniş saha tamamen boş, serbest ve bakirdir. Biz bu geniş satıhla bu noktayı kurtaracağız' diye İstanbul'u gösterdim. Fevzi Paşa oturduğu yerden göz yaşlarını silerek fırladı ve benim boynuma sarılarak; 'Aziz Paşam bütün varlığımla ve tam olan imanımla sizinle beraberim. Bu kutsi düşüncelerinizi tatbike vakit kaybetmeden derhal başlayınız. Allah bizimle beraberdir' dedi.

O anda en katı kalpleri bile dondurabilecek bir hava esti ki Cevat Paşa da 'Allah muvaffak etsin' demekten başka bir şey söyleyemedi. İşte ben Fevzi Paşa'dan aldığım azmi, iman cesaretimi milli mücadelenin sonuna kadar bir zaaf ve tereddüde yer vermeden yaşattım ve müşterek mesaimizle de Allah'a şükür büyük bir zafer tahakkuk etti. İşte, Fevzi Paşa ölçüsüz ve eşsiz kahraman, büyük bir iradeye sahip bir vatanseverdir. Kendilerine gösterdiğim sevgi ve hürmet bedava değildir' dedi."

Çözülemez gibi görünen olayları çözenler tarihe "Kahraman" olarak durduk yere geçmemiştir. Mustafa Kemal dönemin paşalarından olaya farklı bakmış; İstanbul'u önce kurtarıp sonra da yurdun kurtulacağını değil, ülkenin bütününün İstanbul'u kurtaracağı yaklaşımı ile sorunun çözümüne başlamış ve 19 Mayıs'ta Samsun'a çıkmıştır.

Allah razı olsun.

üste biriken olaylar yaşadığımız sorunları biriktirdiği gibi, olumlu birikimler de olup çözüme ulaşılabilecektir. Önce İslam aleminin birlikteliği öğrenmesi, ona göre hareket etmesi gerekiyor.

En güzel günler sizlerin olsun.