Gençlik yıllarımda, İstanbul Şişhane'de, olağanüstü Haliç manzaralı, "Sarı Madam" adında bir kahvehane vardı.

O yılların kahvehaneleri, günümüz kahvehanelerinden çok farklıydı.

O zamanların kahvehaneleri, sosyal bir ortam olarak bilinir ve bu amaçla kullanılırdı.

O günlerin kahvehanelerine ailecek gidilir, oturulur, çay içilip, simit yenir, baylı bayanlı sohbetler edilirdi…

Yani tam anlamıyla sosyal bir ortamdı o yılların kahvehaneleri.

Gençlik işte… Biz de o yıllarda, (kaçamak olarak) sigara içmek için giderdik oralara…

… …

Bir gün arkadaşlarla oturmuş çay içerken; biz yaştakilerin “emmi” dediği, oranın saygın müdavimlerinden Şahap Emmi geldi.

Hemen yanı başımızdaki arkadaşlarının bulunduğu masaya, bir sandalye çekip, oturdu. Emmi’nin sıkıntılı olduğu her halinden belliydi. Arkadaşları da bu durumu fark etmiş olacak ki, "Hayrola Şahap, bir sorun mu var?" dediler.
"Sormayın..." dedi Şahap Emmi, ağlamaklı…
"Anlatsana…" dediler.
Şahap Emmi de anlatmaya başladı.

Masalarımız birbirine yakın olduğu için konuşulanları biz de duyuyorduk.
"Biliyorsunuz…” diye söze başladı Şahap Emmi.

“Benim dört dairem vardı. Bankada da biraz param, ayrıca da karımdan kalan ufak tefek birkaç parça mücevher vardı.

İki kızımı ve damatlarımı çağırdım; 'Yalnız yaşamak istemiyorum. Taşınır, taşınmaz neyim varsa, bunları size taksim edeyim, sonra da sırayla birinizin evinde kalırım…” dedim

Kızlarım da damatlarım da büyük bir arzu ve heyecanla; ‘Ne demek Baba, memnuniyetle…’ dediler.

Ben de varımı yoğumu onlara verdim.

Anlaşmamıza göre; her iki kızımda birer yıl kalacaktım, böyle konuşmuştuk.

Baştan her şey yolunda gitti.

Sonra bu anlaşma; aylara, haftalara, şimdi de günlere indi.

Şimdi her ikisi de kendi düzenleri bozulduğu için beni evlerinde istemiyor.

Anlayacağınız, bugün yarın beni kapının önüne koyacaklar." dedi.

Ağlamaklı ve üzgündü.
O masada bulunan, yine o kahvehanenin müdavimlerinden İshak Emmi dediğimiz bir büyüğümüz, ‘Üzüldüğün şeye bak be Şahap… Bütün sıkıntın, bütün derdin bu olsun…’ dedi

Şahap Emmi, anlattıklarının ciddiye alınmadığı düşüncesiyle olsa gerek, başı önünde kös kös oturuyordu.

İshak Emmi, ‘Şahap’cığım, yarın burada ol. Ben senin derdini çözeceğim…’ dedi.

Olacak şey değildi.

Orada bulunan hiç kimse ciddiye almadı bu vaadi. Emindik ki; Şahap Emmi de ciddiye almamıştı.

Ertesi günü tüm müdavimler hep birlikte yine kahvehanedeydik.

İshak Emmi, elini cebine atıp, bir anahtar çıkarıp, Şahap Emmi’ye uzattı.

Uzattığı anahtar, büyük bir olasılıkla bir banka kasası anahtarıydı.

Sonradan öğrendik ki, o kasa anahtarının üzerinde (Osmanlı Bankası’nın kısaltması olan) ‘OB’ harfleri, bir de numara varmış.

İshak Emmi, Şahap Emmi’ye; ‘…Bak Şahap kardeşim, bu anahtarı hangi kızının evinde daha çok kalmak istiyorsan o evde kaybetmiş gibi yapacaksın. Sonra da 'anahtarım kayboldu' diye ortalığı ayağa kaldıracak, ortalığı velveleye verip, anahtarın bulunmasını bekleyeceksin. Anahtar bulununca, mutlaka kızın sana, 'Baba neydi bu velvelen? Neyin, nerenin anahtarı bu?’' diye soracaktır.

O zaman sen, umursamaz bir tavır takınarak diyeceksin ki; ‘…Size verdiğim nakdin dışında kalan para ve tahvillerim bu bankanın kasasında. Kimin evinde ölürsem, size dağıttığım paranın çok çok üzerinde olan bu servetim onun olacak. Böyle düşünüp, böyle planladım…’ diyeceksin…

* * *

Şahap Emmi’nin, İshak Emminin bütün dediklerini yaptığını ve yıllar sonra küçük kızının evinde krallar gibi yaşayıp öldüğünü duyumladık.

Ve yine aynı kaynaklardan aldığımız duyuma göre; Şahap Emmi öldükten sonra kızı ve damadı, anahtarı alıp bankaya gitmişler.

Banka yetkilileri de onlara, "Ne böyle bir kasa numaramız, ne de böyle bir anahtarımız var” demiş…

Karı koca büyük bir hüsranla eve dönmüşler.

Babalarının kaldığı odayı iyice bir arayınca da bir mektup bulmuşlar.

Tek bir satırdan oluşan mektupta şu yazıyormuş.

"Sizi ancak böyle adam edebilirdim!"

* * *

Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, yaşanmış bir olaydan etkilenerek kaleme aldığı bu öyküye, “Anlatmasam Olmazdı” adlı kitabında yer vermiş

Bu öyküyü okuyup bitirdiğim an, benzeri karmaşık duyguları, ben de yaşamış; çok etkilendiğim bu olayı; ben de “Yazmasam Olmaz” deyip, köşeme taşımak istemiştim. Kısmet bugüne imiş.

Günümüz birlikteliklerinde, yaşlı bir aile büyüğü ile birlikte yaşamak, hele de rahatsızlıklarını sık sık dışa vurarak ev halkını sıkıntıya sokan yaşlı bir büyükle uzun süre aynı evde yaşamak zor bir olay.

Günümüz koşullarında, ailenin her iki tarafı da haklı…

Haklı olmasına haklı da; bu durum, bu madalyonun bir yüzü.

Bu madalyonun bir de diğer yüzü var.

Yaşlılık evresini yaşamamız, hepimiz için kaçınılmaz bir olgu. O nedenle bu “kaçınılmaz evreyi” hiç unutmamak ve bu gerçekle yaşamak durumundayız.

Sözün bittiği yer burası… İşte bu noktada bir dileğim var;

Tanrı kimseyi kimseye muhtaç etmesin; özellikle beni…