“Hay hay Musa Ağabey! Elbette geliriz. Söyleşinin kalanını da senin orda sürdürürüz.”

“İnşallah,” dedi. “Hoşça kalın!” deyip yürüdü dedeyle torunu.

“Güle güle!..” dediler.

Bir süre baktı arkalarından.

Çocuklar, ortalığı toparladıktan sonra, çadırda uyku tulumlarının içine girerek derin bir uykuya daldılar.

EVKAYA DERESİ

Zafer Bey, o sabah güneş doğarken kalkmıştı. Yayla’da bu üçüncü sabahlarıydı. Çocuklar mışıl mışıl uyuyorlardı henüz. Havlusunu alıp havuza dolaşmış, serin suyla buluşturmuştu elini yüzünü. Sonra ormanın kıyısına kadar gitmişti. Orada bir ağacın altında oturmuş, kuşbakışı seyretmişti Suludere’yi. Yıllar önce terkedilmiş bu tarla düz olduğundan Yayla evlerinin başlangıcına kadar görünüyordu. Ayağa kalkıp da geriye döndüğünde, Yayla tarafından birisinin indiğini gördü. O da kamp yerine doğru yöneldi. Geleni tanımakta gecikmedi. Bu Zeynep’ti. Kulübenin yanında karşılaştılar. Elinde yine süt şişesi vardı.

“Günaydın Zafer Amca!”

“Günaydın Zeynep kızım! Hoş geldin.”

“Hoş bulduk. Dedemin ve babaannemin bolca selamları var.”

“Aleykümselam. Getirip gönderen sağ olsun.”

“Buyurun...”

Zafer Bey süt şişesini aldı:

“Sağ ol Zeynepçiğim. Sana zahmet veriyoruz.”

“Zahmeti mi olurmuş Zafer Amca? Arkadaşlarım için zevkle getiriyorum. Onlar için her gün köye bile indiririm bu sütü.”

“Sağ olasın. Sahi bugün Gamsız yok yanında.”

“Ondan habersiz geldim. Görmedi beni.”

“Bugün sizin evin yanından Evkaya Deresi’ne geçeceğiz. On bire doğru sen de hazır olursan birlikte gideriz.”

Zeynep’in sevinçten gözleri güldü, yüzü ışıdı.

“Dedemlere söyleyeyim de bir işimiz yoksa, elbette gelirim,” dedi gülerek.

“Tamam kızım.”

“Ben hemen gideyim. Hadi hoşça kalın!”

“Güle güle kızım. Bolca selam götür dedenlere.”

“Baş üstüne!..” diyen Zeynep seğirtti gitti yine.

Zafer Bey, bahçeye çadırın yanına dolaştı. Sütü bir kıyıya koyarak günlük defterini çıkardı.

10 Temmuz 2003 Perşembe tarihini atarak, başladı yazmaya.

Yazıya öylesine dalmıştı ki;

“Günaydın Büyükbabacığım, kolay gelsin.” sözleriyle kendine geldi. Cemre’ydi yanı başındaki.

“Günaydın Prensesim! Çok sağ ol. Rahat uyuyabildin mi bari?”

“Hem de nasıl. Havasından mı suyundan mı, insan buranın uykusuna doyamıyor.”

Ardından Emre’yle Özgün de kalkıp geldiler.

“Günaydın Büyükbaba,” dediler.

“Günaydın çocuklar,” diye karşılık verdi.” Maşallah, bu sabah erkencisiniz. Ardından da: “Hemen toparlanın gidiyoruz,” dedi ciddi bir ses tonuyla.

“Gezmeye mi? Büyükbaba?” diye sordu Özgün.

Cemre’yle Emre de:

“Kahvaltıyı piknik yerinde mi yapacağız?” diye sordular.

“Hayır,” dedi Zafer Bey. “Tatil bitti. Köye iniyoruz. Biraz sonra traktör gelecek.”

“Büyükbaba!” dedi Cemre üzgün bir tavırla. “Şakası bile kötü bu gitme sözünün.”

“Evet ya,” dedi Özgün kırılgan bir ses tonuyla. “Bugün henüz üçüncü günümüz. Şaka yapıyorsun değil mi Büyükbaba? Gitmiyoruz daha.”

“Benim için fark etmez,” dedi Emre.

Özgün tepki gösterdi birden:

“Ne demek fark etmez? Sen gitmek istiyorsan buyur git. Seni zorla tutan yok burada zaten!”

“Çocuklar!..” dedi Zafer Bey. “Sakin olun bakalım. Ateş almaya hazır çıra gibisiniz. Size bir şaka yapayım dedim. Hemen ciddiye aldınız. Gidin suyla buluşun da sakinleşin, haydi.”

“Yaşasın!” diye bağırdılar.

yapalım da gidelim.”dedi Zafer Bey.

“Nereye Büyükbaba,” diye sordu Emre.

“Evkaya Deresi bizi çağırmış. ‘Buyurun!’ demiş. ‘Bugün de benim konuğum olun. Buz gibi suyum, yemyeşil fundalıklarım altında, halı gibi çayırlarım üzerinde sizlere özel piknik alanım var. Gelin de gönlünüzce eğlenin. Hoşça zaman geçirin.”

(SÜRECEK)