18 Ocak tarihli gazetelerde ilginç bir haber, yani bir mahkeme kararı: Uğur Mumcu'nun parçalanmış arabasının enkazı ailesine teslim edilecek...

Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'te öldürüldü. 2000 yılında "umut davası" açıldı. 13 yıl sürdü bu dava. Ama Mumcu cinayetinin arkasındaki sır, adliyenin karanlık koridorlarında kayboldu ve sonuç olarak arabasının enkazının ailesine verilmesine karar verildi.

Ve kızı Özge Mumcu'nun cevabı: "Araç, Türk adaleti için utanç heykeli olarak dikilmeli." Evet, bu karara ancak böyle bir cevap verilebilirdi.

Bu ülkede Uğur Mumcu gibi birçok aydın, gazeteci, yazar, bilim adamı, düşünür, siyasetçi ve devlet görevlisi faili meçhul cinayetlere kurban edildi.

Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ümit Kaftancıoğlu, Doğan Öz, Bedrettin Cömert, İlhan Erdost, Necip Hablemitoğlu gibi...

Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak gibi...

Peki, nedir bu cinayetlerin amacı? Nedir bu cinayetlerin arkasındaki sır?

Galiba bu soruların cevabı bir ölçüde, Cumhuriyet gazetesi yazan Orhan Bursalı'nın bir yazısında var gibi...

Orhan Bursalı, 3 Ağustos 2008 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki "Ergenekon ve Cumhuriyet" başlıklı yazısında diyor ki:

"Bu cinayetlerin işleniş biçimleri ve zamanları olağanüstü niteliktedir! Cinayetler büyük kitleleri harekete geçirmiş, Uğur Mumcu cinayetinde 500 bin kişi yürümüş, hemen hepsi, yine olağanüstü durumların hazırlığı olarak nitelendirilebilecek psikolojik ortamları çağrıştırmıştır!"

Bu tespitten yola çıkarak iki önemli amaç vardır diyebiliriz.

1-Düşünen, araştıran, soran ve sorgulayan çağdaş beyinlerin imha edilmesi.

2-Özellikle önemli bir hedef için kitlelerin provoke edilmesi.

Uğur Mumcu cinayeti ile her iki amaç da gerçekleşmişti. Türk toplumunun, özellikle de laik kesimin refleksi İran'a yönlendirilmişti. Cenaze törenine ve protesto yürüyüşlerine İran karşıtı sloganlar damgasını vurmuştu.

Ve İran'a karşı toplumun nabzı öyle yükseltilmiştir ki, bilerek ya da bilmeyerek Amerikan emperyalizminin İran politikasına hizmet eder olunmuştu.

1978 yılında Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'nun öldürülmesiyle özellikle Sünni halk provoke edilmiş, büyük ve kanlı çatışmalar olmuş ve ülkede mezhep kavgasının fitili ateşlenmişti.

1980 yılında Gün Sazak'ın öldürülmesiyle çatışmalar bütün Türkiye'ye yayılmış, özellikle Çorum'da büyük bir felaketin ateşi yakılmıştı. Ardından "camiyi yaktılar" diyerek halk olabildiğince provoke edilmiş ve Çorum, tarihinin en kanlı gününü yaşamıştı.

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta, Aziz Nesin'e duyulan öfkeyle yine Sünni halk provoke edilmiş, bugün bile yürekleri burkan, cumhuriyet tarihinin en acı vahşeti yaşanmıştı. İçinde şair, yazar ve ozanların da bulunduğu 33 insan cayır cayır yakılmıştı.

Tüm bu olaylara, bu cinayetlere, bu katliamlara baktığımızda:

-Ya laik ve cumhuriyetçi kesimi sindirmek ya da öfkesini yükseltmek için gerekli provokatif ortam hazırlanmıştır.

-Ya daha büyük çatışmalar için mezhep kavgasının ateşi yakılmış, bunun için özellikle Sünni ve Alevi halk provoke edilmiştir.

Sonuçta tüm bu olaylardan Türkiye ve toplum çok şeyler kaybetmiştir.

Kazanan ise, bu ülkeyi istikrarsız yapmak isteyen, toplumsal barışın olmadığı; aydınları ve yazarları ya vurulmuş ya susturulmuş, korkunun egemen olduğu, dört tarafı düşmanla çevrili bir korku cumhuriyetine çevirmek isteyenler olmuştur.

Ve de kazanan, özellikle bu ülkeyi emperyalizmin bölge politikalarında taşeron olarak kullanmak isteyenler olmuştur.

Aydın katliamı yapan, toplu katliamların fitilini yakan kişi, kişiler ve örgütler, kendi felsefelerine göre kutsal bir davanın savaşını verdiklerini sanmışlardır. Oysaki bu ülke üzerinde hesabı olan yerli işbirlikçilerin, çıkarcıların ve emperyal güçlerin politikalarına hizmet eder olmuşlardır.

Sonuçta katliam ve cinayetlere karşı gösterilen tepkilerle, Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı'nın dediği gibi kitleler harekete geçirilmiş; ama, bu ortamı hazırlayan ve o kitleyi harekete geçirmek isteyen derin gücün hesabı gözden kaçırılmıştır.

Ve öyle bir siyasal körlük oluşturulmuştur ki, bugün Malatya'ya yerleştirilen "füze savunma sistemi", sınırlarımıza yerleştirilen "patriotlar" gibi, ülke topraklarının yeniden NATO silahlarıyla doldurulmasına karşı, milli refleksler iyice zayıflar olmuştur.

Artık bu ülkenin sağı da solu da, bu tip cinayetlerin ve toplu olayların arkasındaki derin hesapları görebilir olmalı...

Uğur Mumcu cinayetini ve aydın cinayetlerini işleyenler ve toplu katliamların fitilini yakanlar ve bu ülkede korkunun egemen olmasına neden olanlar, neye hizmet ettiğini bir düşünebilmeli...

Ve de bu cinayetlerin bir iki tetikçisini yargılayarak adaleti sağladığını sanan, ama arkadaki derin gücü çıkaramayan yargı da, neye hizmet ettiğini görebilmeli...