Coğrafi olarak 3 tarafı denizle, siyasi olarak 4 tarafı düşmanla çevrili bir ülke olarak tanımlanır olmuştur Türkiye.
Oysaki Nazım, farklı tanımlamıştı.
"Dörtnala gelip uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim" demişti.
* * *
Türkiye'nin 7 ülkeyle sınır komşuluğu vardı. Şimdi buna 7 komşu daha eklendi.
Irak tarafında ve 2011'den bu yana süren iç savaş sürecinde Suriye sınırımızın Suriye tarafında.
Ve de 7 ayrı bayrak dalgalanır oldu, güney sınırımızın güneyinde.
Bunlar; 911 kilometrelik Suriye sınırımızın güneyinde Suriye Arap Cumhuriyeti, İslami Cephe, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, PYD ve 331 kilometrelik Irak sınırının güneyinde Irak Kürt Bölgesidir.
Öyle ki, 911 kilometrelik sınırımızdaki 13 sınır kapısının Suriye tarafı, neredeyse her gün bir başka yeni komşumuzun elinde, her gün bir başka yeni bayrağın kontrolündedir.
Yani güney sınırlarımızın güneyi böyledir bugün.
Ülkemiz için büyük bir tehlike oluşturan bu görüntünün daha tehlikelisi ise ülkemiz içinde oluşmaktadır. Çünkü bu yeni 7 komşumuzun 7'si de siyasal destek bulmuştur ülkemizde.
Yani görünmeyen bir 7 komşu da, ülkemiz içinde var olmuştur bugün.
Bir ölçüde Suriye'den, Irak'tan farkımız kalmamıştır bugün.
* * *
Peki, bu gelişmeler görünmüyor muydu ya da bilinmiyor muydu?
-17 Aralık 2010 günü Tunus'ta bir gencin kendini yakmasıyla başlayan ve "Arap Baharı" diye sunulan hareket, birdenbire Arap dünyasına yayılırken...
-Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da halk ayaklanmaları başlatılırken (!)...
-Özellikle Suriye'de 3 yıldır süren ve de sürecek olan bir iç savaş yaşanırken...
-Arap dünyası, özellikle de Ortadoğu etnik, mezhep ve kabile savaşlarına hapsedilirken...
Yani tüm bu gelişmelerin, çatışmaların sınırlarımıza kadar dayanacağı görünmüyor muydu?
Ve de Türkiye'yi de içine çekecek siyasal ve toplumsal bir anafor yaratacağı bilinmiyor muydu?
Elbette görünüyordu. Elbette biliniyordu.
* * *
-Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da ve de Suriye'de gelişen olayların bir halk hareketi olmaktan öteye geçtiği...
-Küresel sermayenin denetiminde gelişen ve geliştirilen bir harekete dönüştüğü...
Ve de "Arap Bahar"ının, "Arap Sonbaharı"na dönüştüğü görünmüyor muydu?
Etnik, mezhep ve kabile savaşlarına hapsedilmiş bir Arap dünyasının ve de özellikle Ortadoğu'nun, küresel güçlere daha da boyun eğer olacağı bilinmiyor muydu?
Herhalde görünüyordu. Herhalde biliniyordu.
Nitekim bugün Kobani'deki savaşa müdahale için, ABD'nin başında olduğu küresel güçlerden yardım istenir, adeta bölgeye çağrılır olunmuştur.
* * *
Türkiye için asıl sorun ise:
İktidar açısından:
-AKP hükümetinin, Suriye'deki gelişmelerde sürekli taraftar görünüşüdür.
-Radikal İslamcı örgütlere destek verir oluşu, yani böyle bir algı yaratır oluşudur.
Muhalefet açısından:
-Genel olarak bölgedeki, özel olarak Suriye'deki gelişmelere sadece iktidar karşıtı bir açıdan bakar oluşudur.
-Arkadaki emperyal politikayı göremeyişi ve bir siyasal proje sunamayışıdır.
* * *
Peki, ne yapılmalıydı ya da ne yapılmalıdır?
-Öncelikle Suriye'deki gelişmelerin bir demokrasi hareketi olmadığı görülmeliydi ve de görülmelidir.
-Bölgedeki olaylara taraftar bakış bırakılmalıydı ve de bırakılmalıdır.
-Radikal örgütlere destek verilir olmamalıydı ve de olmamalıdır.
-Bu radikal örgütlerin, özellikle küresel güçler tarafından silahlandırıldığı görülmeliydi ve de görülmelidir.
-Bölgedeki gelişmeler, bir iç politika malzemesi yapılmamalıydı ve de yapılmamalıdır.
Yani siyaset, milli bir duruş üzerine inşa edilmeliydi ve de edilmelidir.
Aksi durumda, bu yeni komşularla ve de ülkemizdeki uzantıları ile birlikte yaşamaya alışılmalıdır.