Bu ülkede, hiçbir zaman ülkenin temelini ilgilendiren toplumsal ve siyasal sorunlar, demokratik bir anlayışla tartışılamadı.
Demokrasinin temeli çok partili bir sistem olmasına karşın, hiçbir siyaset diğer bir siyasetin varlığını gerçek anlamda kabullenemedi.
Hiçbir siyasal iktidar muhalefet tarafından, hiçbir muhalefet iktidar tarafından meşru görülemedi.
Hiçbir zaman gerçek bir düşünce özgürlüğü olamadı bu ülkede. Cezaevleri bile düşünenlerin mekânı oldu.
Hiçbir zaman siyasal, toplumsal, inançsal itirazlar dinlenmedi bu ülkede.
Ve her farklı görüş ve de her itiraz, devlet düşmanı gibi yansıtıldı; Ağır bir dille suçlandı.
***
Cumhuriyet dönemi boyunca var olan bir "Kurt Sorunu" oldu bu ülkede.
Ve her Kürt sorunu var diyen bölücülükle suçlandı.
Ve de bu sorun çözülmelidir diyenler hainlikle suçlandı.
Ama yine de bu ülkede bir "Kürt Sorunu" vardır. Ve bugün ülkeyi sarsarak daha da büyümekte, Ortadoğu sorununa dahil edilir olmaktadır.
***
Bu ülkede sol düşünce hep dışlanır, hep uzaklaştırılır oldu.
-Eşitlik, adalet, düşünce özgürlüğü diyenler komünistlikle suçlandı.
-"Kahrolsun Amerika" diyenler, "Tam Bağımsızlık" diyenler komünistlikle suçlandı.
1950'ye kadar olan tek parti dönemi, özellikle uygulanmış devletçi ekonomi bile komünistlikle suçlandı.
Nitekim Tansu Çiller Başbakan iken, 6 Mart 1995'te imzalanıp 1 Ocak 1996'da yürürlüğe giren "Gümrük Birliği Anlaşmasından sonra, Türkiye için "Dünyadaki son sosyalist devleti yıktık" demişti.
Yine Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı iken Temmuz 2001'de, İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'ndeki bir konuşmasında "Ankara son komünist devlet görüntüsünde" demişti.
Oysaki komünizm, siyasal literatürde "Üretim araçlarının kamulaştırıldığı, özel mülkiyetin yok edildiği siyasal ve sosyal bir sistem" olarak tanımlanır.
***
Muhafazakâr kesim de suçlanır olmuştu bu ülkede.
-Öyle ki, her inanç diyen irticacılıkla suçlandı. -Her oruç, namaz diyen gericilikle suçlandı. -Her din diyen şeriatçılıkla suçlandı. Peki, nedir şeriatçı? Cevap: Şeriat düzenini savunan...
Nedir şeriat düzeni? Cevap: Modern hukuk yerine dini hükümlerin geçerli olduğu siyasal ve sosyal sistem.
Yani her din, inanç, oruç, namaz diyen şeriatçılıkla suçlanır oldu bu ülkede.
***
Ve bu ülkede, en büyük baskıyı ve ötekileştirmeyi Alevi kesim yaşadı.
Öyle ki, ülkede bir "Alevi Sorunu" vardır denildi; toplumu bölmekle suçlandı.
Alevi'nin ibadet yeri cemevidir denildi; İslam karşıtlığı ile suçlandı.
Bu ülke laiktir, din eğitimi isteğe bağlı olmalıdır denildi; dinsizlikle suçlandı.
Ve de bugün bile Diyanet İşleri Başkanı'nın, Alevi kesime karşı kırmızı çizgileri yeniden gündeme getirildi.
***
Peki, biz bu ülkenin sorunlarını nasıl konuşacağız, nasıl tartışacağız?
-TVdeki tartışmalar bile kavgaya dönüşürken...
-Halen grup konuşmalarında, kin ve nefret tohumlan ekilirken...
Sorunlarımızı ne zaman konuşacağız?
İlla ki bizim sorunlarımızı, Batılı emperyal güçler mi önümüze koymalı?
Ve de illa ki Amerika mı masaya koymalı?
***
Eğer bugün, ülkeyi bir bölünme korkusu sarıyor ise...
Ve bugün batıda Türk ana ağlıyor, doğuda Kürt ana ağlıyor ise... Ülke daha büyük bir felakete gidiyor ve de Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundaki gelişmeler Ortadoğu sorununa ekleniyor ise...
Biz bu sorunları ne zaman konuşacağız, ne zaman tartışacağız?
***
Peki, ne yapmalı ya da ne yapılmalı?
Aslında cevap, yukarıdaki soruların ve ifadelerin içinde vardır. Yani önce siyasal farklılıkları kabul eden siyasal bir olgunluk...
Bu ülkede inançsal farklılıkları kabul eden toplumsal bir olgunluk...
Bu farklılıkların rahatsızlıklarını dinleyebilen yönetsel bir olgunluk...
Ve sorunların adını koyabilen siyasal bir cesaret ve de ülkesinin sorunlarını, başka ülkelere havale etmeyen bir yurtseverlik...
Peki, var mı bugün Türkiye siyasetinde? İşte asıl sorun da budur!