Ulu Önder Büyük Atatürk, elde ettiği büyük başarılarını; çok kitap okumasına, özellikle de bu kitapların tarihle ilgili olmasına borçlu olduğunu söylermiş yakın çevresine.
Onun yakın çevresinde bulunanlar, savaşta bile tarih kitaplarını elinden düşürmediğini anlatır.
Ulu Önder, Osmanlı’nın ümmet mantığıyla ezip, un ufak ettiği Türk ruhunu ve Türk dilini yeniden diriltip, ulus devlet anlayışına dayanak yapmak için tarihin derinliklerine girme gereksinimini duymuş; bunun için de tarihe ve kazıbilimine büyük önem vermiştir.
Bugün pek çok tarihçinin yakın zamanda söylediği; “Türkler Anadolu’ya 1071 yılında değil, 1071 yılından çok daha önce girmiştir. Malazgirt Savaşıyla Anadolu’ya giren, Turan’ın (sadece) Oğuz boyudur. Anadolu on bin yıldır Türk yurdudur. Türkler, Anadolu’ya tek bir koldan, tek bir yerden değil; pek çok koldan, pek çok bölgeden, binlerce yıl öncesinden girmiştir...” sözünü Atatürk, 1930’lu yıllarda, yerli yabancı pek çok tarihçinin huzurunda söylemiştir.
Atatürk, her fırsatta, “Türk tarihinin köklerinin Osmanlı’dan çok daha öteye; Anadolu Selçuklularına, Büyük Selçuklulara, Hititlere, Sümerlere ve başlangıç olarak da Orta Asya’ya dayandığını...” söyler; bunları söylerken de özellikle Hatti, Hitit ve Sümer’lerin Türklüğü üzerinde, önemle dururdu.
Bunun nedenini hiç düşündünüz mü?
!!??...
Ulu Önder çok iyi biliyordu ki; yayılmacı (emperyalist) güçler, bu coğrafyadan ellerini, kollarını hiç çekmeyecekler.
Bu coğrafyaya egemen olmak için, Osmanlı’ya yaptıkları gibi, bu ulusu da bölüp parçalamak isteyecekler. Bunun için de etkilenmeye uygun halklara, gerçekleri ve tarihi saptırma pahasına, yalan yanlış bilgiler aşılayarak kafalarını karıştıracaklar...
Nitekim de öyle oldu.
1814 yılında bulunan ve insan yaşamındaki önemi kısa sürede anlaşılan petrolün çıldırttığı yayılmacı ve sömürgeci Batılı güçlerin, gizli gizli beyin yıkamaları sonucu; Oğuzlar, Avşarlar, Türkmenler, Kazaklar, Tatarlar, Yörükler gibi Türk soyundan gelen ve bir Türk boyu olan Kürtler; “Biz Turan ırkından değiliz. Bizim atalarımız Sümer’lerdir... Biz başka bir ırk, başka bir ulusmuşuz!” demeye başladı.
Şimdi Ulu Önder’in, neden tarih kitaplarını elinden düşürmediğini; daha savaşın enkazı kaldırılmadan neden Sümeroloji Enstitüsünü kurup, Sümerlerin Türk olduğunu kanıtlamaya çalıştığını; neden Orta Asya’da Baykal Gölü yakınındaki Yenisey Yazıtlarını incelemeye aldırdığını; anladınız mı?
Ama onun ardıllarının hiçbiri, ne yazık ki, tarihin ve tarihçilerin öneminin bilincine varamadı.
Atatürk’ün Hattilerden, Sümerlere kadar uzanan çalışmalarının önemini kavrayamadı. Bu tarihi gerçeklerin, neden diri tutulması gerektiğini anlayamadılar.
Anlayamadıkları için de Kürt soydaşlarımızı, maksatlı Batı’yla baş başa bıraktılar.
Bu coğrafyada yaşayan insanlar, Atatürk’ün biçimlendirdiği tarih bilincinden yoksun olarak yetişti.
Sonrası da malum işte...
* * *
Bütün bunları, sözü, 1993 – 2002 yılları arası TTK (Türk Tarih Kurumu) Başkanı olan Yusuf Halaçoğlu’na getirmek için anlattım.
Şimdi Yusuf Halaçoğlu bu işin neresinde?
Şurasında.
Halaçoğlu, Atatürk felsefesi doğrultusunda kendisini yetiştirmiş, iyi bir Türk, iyi bir yurtsever, iyi bir araştırmacı, iyi bir tarihçidir.
Ne dedi Halaçoğlu?
“Kürtler Türkmen kökenlidir. Turan soyundandır ve Türk’tür.”
Bu gerçeklerin tamamı; Orta Asya’da, Baykal Gölü’nün solundan çıkan Yenisey Irmağı’nın kolları etrafında bulunan “YENİSEY YAZITLARINDA yazar.
Bu yazıtların bir parçası olan “ELEGEŞ YAZITINDA” da “Kürtlerin, Orta Asya’da yaşamış bir Türk Boyu olduğu...” açık, seçik yazar.
Ama efendim Halaçoğlu bir de “Alevi Kürtleri arasında Ermeni dönmeleri de var” dedi...
Evet dedi.
Onu da doğru söylemiş.
Gidin Erzincan’a, Tunceli’ye... Gidin Erzincan’ın köy ve kasabalarına size anlatsınlar.
Ben o yörede görev yaptım. Halaçoğlu’nun bugün söylediklerini, yörenin yaşlılarının ağzından 1970’li yıllarda bizzat ben kulaklarımla duydum.
Ne var bunda?
Halaçoğlu, “Kürt Alevilerinin tümü Ermeni dönmesidir” demedi ki ya da demiyor ki…
O yöredeki Aleviler, Kürt’tür. Tehcir sırasında, Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler, “Ben, Ermeni değil, Kürt’üm... Alevi Kürt’üyüm” deyip, kimliğini saklamış; zorunlu göçten kurtulmuş, sonra da Ermeni olduğunu bile unutup, Kürt gibi yaşamış.
Ne var bunda?
Halaçoğlu’nun söyledikleri, bir aşağılama, bir hakaret değil ki...
Kaldı ki iç içe yaşamaktan dolayı; o kadar çok Türkleşen Kürt ya da Kürtleşen Türk ya da Türkleşen Ermeni ya da Türkleşen Rum.…var ki bu coğrafyada.
Bunlar tarihsel ve toplumsal gerçekler.
Burada hayıflanacak, kızılacak, tepki gösterilecek bir şey yok ki...
Haa... Burada tepki gösterilecek bazı şeyler var. Onlar arada kaynayıp gidiyor.
Örneğin, Halaçoğlu’nu linç eylemine katılanlardan biri olan Sosyolog Yazar İsmail Beşikçi diyor ki; “... Bu konuyu araştırmaya hiç gerek yok. İki kere iki beş eder mi? Bu iddialar resmî ideolojinin görüşleridir. Doğru değildir. Hem neden Kürtlerin kökenleri üzerinde ısrarla araştırma yapılıyor? Türklerin ya da Arapların kökenleri araştırılıyor mu?”
Söyleme bakar mısınız?
Yani Beşikçi demek istiyor ki; “Bizim Türklüğümüzden, Kürtlüğümüzden, bizim soyumuzdan sopumuzdan size ne? Gerçi atalarımızın kim olduğunu, köklerimizin nerelere, kime dayandığını biz de bilmiyoruz ama İngiliz abilerimiz bize; ‘Sakın ha!... Siz Türk Ulusundan değil, ayrı bir ulustansınız. Siz Kürt’sünüz’ diyor...”
Bu coğrafyada Beşikçi gibi düşünen o kadar çok kişi var ki...
Adamın Türklüğünü kanıtlıyorsun; ama adam ısrarla, “Türk olmak benim işime gelmiyor, o nedenle ben Türk değilim.” diyor.
Asıl bu zihniyeti eleştirmek, bu düşünceyi (eğitimle) yok etmek lazım.
Sonuç?
Sonuç, tarihe ve tarihçiye (aksi kanıtlanmadığı sürece) saygı göstermek zorundayız.
Halaçoğlu gibi tarihçiler kolay yetişmiyor.