Çok konuşuldu. Çok yazıldı; günlerce görsel ve yazılı basında gündemde kaldı. Ve de halen gündemde kalmaya devam etmekte.

Aleyhinde konuşuldu, lehinde konuşuldu; ama büyük bir halk tepkisi, bu dağların tahrip edilmesine karşı damgasını vurur oldu.

Türkiye’nin oksijen kaynaklarından biri olan Kaz Dağları’nda (eski adıyla İda), altın çıkarma amacıyla yapılan tahribata vicdanlar susmadı. Öyle ki iktidar yanlısı gazetelerde bile bir kısım yazarlar, halk tepkisinin yanında yer alır göründü.

Galiba sevindirici olan:

Artık bu toplumda bir çevre bilincinin gelişmeye başlamış olmasıdır diyebiliriz.

Ve de bu bilinç, konuşan bir Türkiye’nin, demokrasiyi gerçek anlamda inşa etmek isteyen bir Türkiye’nin önemli adımlarından biri olacaktır diyebiliriz.

***

Peki, toplumda büyük ölçüde bir hareket tetikleyen bu sorun ne idi?

Elbette ki, Kanadalı Alamos Gold Şirketi tarafından Kaz Dağları’nda büyük bir ağaç kıyımıyla altın aranması, siyanürle ayrıştırmaya tabi tutulması idi.

Ve de resmi rakamlara göre 13 bin 400, çevrecilere göre 195 bin ağacın kesilmiş olması idi.

Yani bir çevre tahribatına karşı uyanan bir bilinçti bu.

Ama en çok dikkat çeken ise:

Sivil toplum örgütlerinden, halktan bu doğa tahribatına karşı yüksek sesler çıkarken sermaye örgütlerinden bir sesin çıkmaz oluşu idi.

Evet, neden iş dünyası sessizdir? Özellikle TÜSİAD, MÜSİAD…

***

Aslında her şey 12 Eylül 1980 darbesiyle başlamıştı.

- 24 Ocak kararlarıyla ülke ekonomisi Batı’lı küresel güçlere teslim edilmişti.

-Özellikle ANAP döneminde yani Özal’lı dönemlerde, 1985 yılında yapılan değişikliklerle yer altı kaynakları Batılı şirketlere açılır olmuştu.

Ve de ilk kez altın arama kazıları ile doğanın tahribatı, 1990’larda Bergama Ovacık’ta siyanürle altın ayrıştırma işlemi ile gündeme gelmişti.

Alman, Fransız ve Avustralya şirketlerinin ortaklığında kurulan, Alman ve Fransız şirketlerinin ayrılmasıyla bir Avustralya şirketine dönüşen Eurogold firması, 16 Ağustos 1989’da maden arama ruhsatı almış, Bergama’da 1991’de arama faaliyetlerine başlamıştı.

Bergama halkı büyük bir kavga vermişti. Bugün Bergama’daki altın araştırması, 2005’ten bu yana da Koza Altın İşletmeleri tarafından işletilmektedir.

Basına intikal eden bilgilere göre maden yasası, son 14 yılda 14 kez değiştirilmiş ve 118 firmaya 593 ruhsat verilmiştir.

Kaz dağlarında Maden sahası 40 km. uzakta Kirazlı Balaban Tepesi’nde. Bu saha, 2000 yılında SİT alanı olmaktan çıkarılmış, ilk ruhsat 12 Mart 2001 tarihinde verilmiştir.

Ve yine basına intikal eden bilgilere göre, altın madeninden alınan pay devletin verdiği bilgiye göre % 6-8 oranında, özel sektör bilgilerine göre % 2 civarındadır.

***

Evet, uyanan ve bugün giderek yükselen bir çevre bilinci vardır diyebiliriz.

Ancak bu çevre bilinci siyasete kurban edilip, amacından saptırılıp, giderek söndürülür mü? Bilemiyoruz.

-Kaz dağları ile yeniden uyanan bu kavga bir süre sonra söner mi? Bilemiyoruz.

Değinmek istediğim konu da özellikle budur.

Çünkü:

-Bergama için verilen kavga, bugün sönmüş durumdadır. -Karadeniz’de HES’lere karşı yöresel halkın verdiği kavga, bugün unutulmuş durumdadır.

-Bugün Ege’de özellikle de Aydın yöresinde, kısa adı JES olan Jeotermal Elektrik Santralleri’nin, uzmanlara göre verimli toprakları kurutur olacağı gündeme hiç mi hiç düşmemiştir. -Yıllarca sahillerin betonlaşmasına, zeytinliklerin yazlıklarla doldurulmasına, ormanların yakılmasına, verimli tarım arazilerinin yerleşim yeri olarak kullanılmasına bugüne kadar hiç ses çıkarılmamıştır.

Ve bugün Kaz Dağları için oluşan hassasiyetin, binde biri bile oluşmamıştır.

Bırakalım bir hassasiyetin oluşmasını, böyle bir doğa tahribatı, bugüne kadar bir sorun olarak bile görülmemiştir.

Yani burada verilen kavgada bir “samimiyet sorunu” akla gelmektedir.

Çünkü yukarıda özellikle belirttiğimiz gibi, çevre tahribatı yöresel halkın tepkisi ile gündeme düşmekte ve de yöresel halkın tepkisi sönünce ya da söndürülünce unutulur olmaktadır.

Sonuçta bir kez daha belirtmeliyiz ki, giderek yükselen bu çevreci anlayış, iktidar-muhalefet kavgasında çar-çur edilmemelidir.