Görünen o ki, bundan böyle Türkiye siyaseti, oluşturulan ittifakların gölgesinde bir dönüşüm yaşayacaktır.

Artık seçim barajı düşürülse de düşürülmese de hatta sıfıra indirilse de yasal bir düzenleme ile bir engel konulmadığı sürece bu böyle olacaktır.

Ve yasal engeller konulsa bile ittifaklar tüm partileri memnun ettiği için, şu ya da bu şekilde de olsa ittifak süreci yaşanır olacaktır.

* * *

Cumhur ittifakı…

Görünen kimliği, Siyasal İslam’la milliyetçi bir politikanın ittifakıdır. Uzun vadede yaşama şansı var mıdır? Bilemiyoruz.

Çünkü milliyetçilik ile İslamcı bir siyasetin uyuşamayacağı düşünülür.

Ve de din referanslı siyasetlerde ümmetçilik vardır. Milliyetçilikle çelişir.

Ama ümmetçi anlayıştan uzaklaşılır, geleneksel kültürün taşıyıcısı olunursa, milliyetçi reflekslerin de eklenmesiyle Türk-İslam sentezinde bir siyasi kimlik olacak gibidir.

Ya da Avrupa’daki Hıristiyan Demokratlar gibi “Muhafazakâr Demokrat” bir kimliğe dönüşebilir mi? Bilemiyoruz. Yine de geçmişte zaman zaman bu ifade dillendirilmişti.

Nitekim 5 Kasım 2013 günü AKP grup toplantısında, özellikle Batı’nın İslamcı Parti söylemlerine karşı, “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz” denilmişti.

Ancak milliyetçi söylemlerin aşırı vurgusu, karşı milliyetçi duyguları tetikleyeceği ve aşırı milliyetçi söylemlerin içinde, bir şiddetin barınacağı da unutulmamalıdır.

* * *

Millet ittifakı…

Ana kitlesi CHP olan ve de sosyal demokrat, milliyetçi, İslamcı, liberal gibi kimlikleri içinde barındıran geniş yelpazeli bir ittifak…

Burada sorun, hem ana kitleyi oluşturan hem de sosyal demokrat siyasetin temsilcisi olan CHP’de olası bir etkileşim ve de olası bir değişimdir.

Çünkü bu ittifakın ana kitlesi olan sosyal demokrat siyaset için, Kemalist değerlerin eritilmesiyle liberal bir parti kimliğine dönüşme tehlikesi vardır.

Ve de liberal değerlerle formatlanarak özünden uzaklaştırılma tehlikesi vardır.

Yani kurucu değerleri içinde taşıyan CHP için en büyük tehlike, bu değerlerinden olası bir arındırılma tehlikesidir.

Nitekim Ekmeleddin İhsanoğlu olayında, anayasaya aykırı ama yine de “evet” diyeceğiz denilen dokunulmazlık olayında, başkanlık referandumunu AYM’ye götüreceğiz deyip götürülmemesinde olduğu gibi…

İşte bunlar ilkeleriyle iktidar olmayı hedeflemeyen bir siyasetin zaafları olmuştu.

* * *

Kemalizm’in temel hedefi “tam bağımsızlık”, ekonomide “devletçilik” idi…

Ve Atatürk tarafından “Tam bağımsızlık, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir” olarak tanımlanmıştı.

Ne yazık ki, 1946’dan başlayarak, 1950’den itibaren yoğunlaşarak bu hedeflerden uzaklaşılır oldu.

siyaset ABD’nin, ekonomi küresel güçlerin, ordusu NATO’nun emrine girdi.

Şimdi bir sorgulama yapalım ve açık açık soralım:

-ABD ile ilk askeri anlaşma 1947 yılında İnönü döneminde yapılmadı mı? Yönümüz ABD’ye çevrilmedi mi?

-ABD ve NATO üsleri Menderes ve Celal Bayar döneminde başlamadı mı? Küçük Amerika olacağız denilmedi mi?

-27 Mayıs sabahı okunan bildiride, NATO’ya bağlılık yemini edilmedi mi?

-Demirel döneminde, Ecevit döneminde, Özal döneminde, Sezer döneminde, Gül dönemi ve Erdoğan döneminde ABD üslerine, NATO üslerine, ABD ile yapılan tüm anlaşmalara sadakat gösterilmedi mi?

Ve 12 Eylül’le birlikte ekonomi tümüyle küresel güçlere teslim edilmedi mi?

Elbette bunların doğru ya da yanlışlığı ayrı bir tartışma konusudur.

Yani demek istiyorum ki, kimsenin kimseye bir diyeceği yoktur. Kimse kendisine özel bir pay çıkarmamalıdır.

Özet olarak Türkiye siyaseti, Batı ve özellikle de ABD karşısında sınıfta kalmıştır.

Ve de öyle ki, Türkiye siyaseti Ergenekon ve Balyoz davaları için generallerin neden içeriye doldurulduğunu bile sorgulayamamıştır.

* * *

Sonuçta, bu ülke kurucu değerlerden uzaklaşır bir süreç yaşamakta mıdır? Evet.

Peki, bu değerleri halen içinde taşıyan var mıdır? Vardır.

Bugün bu değerleri taşıyan, sosyal demokrat siyasetin temsilcisi CHP midir? Evet.

O halde bu değerlerin tekrar tekrar aşınmasına fırsat yaratılmamalıdır.

İktidar olmak elbet de bir hedeftir. Ama iktidar olmak için kimliğini yitirmemek de sorumlu bir siyasetin düsturudur.