Mademki Başkanlık Sistemi, Türkiye siyasetinin gündeminden hiç düşmemiştir ve de düşmeyecek gibidir.
Mademki Başkanlık Sistemi, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir "sihirli değnek" olarak, bir "cankurtaran" olarak sunulmuştur; o halde şu soruları bir sormak gerekir.
***
Şair Can Yücel'in dediği gibi; kuvvetler ayrılığını Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri olarak algılayan siyasal ve toplumsal bir hastalığımız varken...
Başkanlık Sistemi'yle "kuvvetler ayrılığı" tam olarak mı gerçekleşecek?
Bu ülkede gerek inanç, gerek etnik kimliğiyle kendini ötekileştirilmiş hisseden geniş bir kitle varken ve de bu ötekileştirme, toplumsal barışın önünde bir engel olarak dururken...
-Bu sistemle ötekileştirme yok mu edilecek?
-Bu sistemle ülkeye toplumsal barış mı getirilecek?
***
10 yıl AİHM üyeliği yapmış ve bir dönem CHP Milletvekili olan Rıza Türmen'in dediği gibi, "Avrupa'da hukuk, vatandaşı devlete karşı koruyan; Türkiye'de hukuk, devleti vatandaşa karşı koruyan" bir anlayış üzerine inşa edilmişken... -Başkanlık sisteminde hukuk vatandaşı mı koruyacak?
Ve de bugün ülkede, yargıya güven kalmamışken; yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmiş olduğu kanaati yerleşmişken...
-Başkanlık Sistemi'yle bağımlı yargı bağımsız mı olacak?
-Taraflı yargı tarafsız mı olacak?
***
KİT'lerin yozlaştırılıp satıldığı gibi, yıllarca parlamenter sistemin yozlaştırılmasıyla bir kurtarıcı gibi sunulan Başkanlık Sistemi'nde:
-İşsizlik mi yok edilecek?
-Yolsuzluk mu yok olacak, partizanlık mı yok edilecek?
-Ve daha özgür bir sendikacılık mı yapılacak?
-Ve de milli değerlere sahip çıkılıp, satılan milli kaynaklar geri mi alınacak?
***
"Bizi ters çevirirseniz Batı, Batıyı ters çevirirseniz biz oluruz" demişti Kemal Tahir. Sosyolojisi, yaşam tarzı ve de hayat felsefesi Batı'yla uyuşmayan bir toplumun, Batılı olmaktaki zorluğunu, ya da imkânsızlığını böyle ifade etmişti Kemal Tahir.
Yani parlamenter sistemi bile henüz sindirememiş, etnik ve inanç sorunlarını çözememiş, 93 yıldır laiklik tartışmasını bitirememiş, eğitim sistemini çağdaş verilerle donatamamış bir ülkede, kontrolü güç bir Başkanlık Sistemi'yle:
-Etnik yarılma mı yok olacak?
-Siyasi kamplaşma mı yok olacak?
-Cumhuriyet için duyulan endişeler mi yok olacak?
-Ve de Türkiye, laik ve demokratik bir düzlüğe mi çıkacak?
***
Ne demişti Cumhurbaşkanı Erdoğan 1993 yılında?
"Başkanlık Sistemi'nin ortaya çıkışı, bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesidir" demişti.
Peki, o günden bugüne ne değişti? Bugün neden ille de Başkanlık Sistemi denilmekte?
-Yoksa bu bir Amerikan tavsiyesi mi?
-Bir Amerikan dayatması mı?
-Ya da bir Amerikan projesi mi?
***
Elbette bu sorular daha da çoğaltılabilir. Ama özellikle diyebiliriz ki:
-Bölgede siyasal haritalar yeniden çizilirken...
-Birbirini vatan hainliğiyle suçlayan bir siyasal iklimimiz varken...
Ülkede, Parlamenter Sistem ya da Başkanlık Sistemi tartışması ile bir sistem tartışması yaratmak, ülkenin geleceği için zamanı boşa harcamaktır.
Ve de ülkenin geleceği için siyasal ve toplumsal bir zafiyet yaratmaktır.
***
Ancak şu da bir gerçektir ki:
-Bu ülkede, 93 yıldır "yurtta barış" deyip toplumsal barış sağlanamamışsa...
-Bu ülkede, 93 yıldır "dünyada barış" deyip komşularla barış sağlanamamışsa...
-Bu ülkede, 93 yıldır "demokrasi" deyip demokratik bir sistem inşa edilememişse...
-Ve de bu ülkede 93 yıldır "sosyal adalet" deyip sosyal devlet olunamamışsa...
Bu ülkenin siyasetinde, devlet yönetiminde, toplumsal hayatta ve daha da önemlisi, devleti yönetenlerin zihniyetinde ters giden bir şeyler var demektir.
Yani diyebiliriz ki, bu ülkede asıl tartışılması gereken konu Başkanlık Sistemi ya da Parlamenter Sistem değil, yönetenlerin siyasi ve yönetim zihniyetleridir.