Size şöyle bir soru sorsam...

Örneğin desem ki; “bir kentin, bir beldenin, bir mahallenin, bir sokağın, bir apartmanın; düzenli, bakımlı, temiz, çağdaş görünümlü ve de olabildiğince bitki örtüsüyle iç içe ‘olması veya olmaması’ neyle ilgilidir?...”.

Ne yanıt verirsiniz?...

Yanıtınız sanırım, büyük çoğunlukla, “insan faktörüyle ilgilidir...” olur.

Ve yine sanırım, bu yanıtın ardından da şöyle bir açıklama getirirsiniz... “O kentin, o beldenin, o mahallenin, o sokağın, o apartmanın sakinleri; ‘tahsilli, kültürlü, önemli iş güç ve de makam mevkii sahibi insanlar’ ise; binalarının dış cepheleri (her daim) boyalı, balkonları, terasları, bahçeleri ve de binalarının çevresi, (her daim) bakımlı, düzenli, temiz olur... Bu sinerji, sokaklara, caddelere, mahallelere yansır... Ortaya yaşanabilir, çağdaş kentler çıkar...”

!!!!...

Mı?... Acaba?...

Bence bunun diplomayla, mevkiiyle, makamla, mürekkep yalamakla, engin bir bilgi birikimine sahip olmakla, uygar ülkeleri gezip, görmekle, varlıklı olmakla, parayla pulla... uzaktan yakından ilgisi yok...

Neden yok?!..

Çünkü ben, tüm memuriyet yaşamım boyunca gezip gördüğüm kentlerde, hep bu tür insanlarla iç içe oldum.

Yaşadım ve gördüm ki; “toplu yaşam kültürü açısından”, diplomalıyla diplomasızın arasında çok ciddi bir farkı yok... Yurt dışını karış karış dolaşmış muhteremle, kendi ülkesinin kentlerinden ve bölgelerinden bile bihaber olan sade yurttaşın görüşleri, birbirinden farksız.

Nasıl farksız?...

“Uygulamada” farksız... İşin özünde farksız...

Ama iş fetvaya, nutka, lafa gelince; bütün diplomalılarımız ve de sözde kültürlü insanlarımız; katılımcı, paylaşımcı, uygar, temiz, düzenli, çevreci... v.s v.s ... dir...

Ne zamana kadar?

Elini cebine atması, isteninceye kadar... Nimet gibi, külfetin de bölüşülmesi önerilinceye kadar... Yerel yönetimlere, edimsel olarak yardımcı olması talep olununcaya kadar... Savunur göründükleri düşüncelerini, “hayata geçirmesi gerektiği” anımsatılıncaya kadar... Evinin önünü süpürmesi, isteninceye kadar... Kısacası, kendi çıkarına dokununcaya kadar,

Yani?....

Yani bunları bizim diplomalılarımızdan, kültürlü(!) insanlarımızdan isteyince, işte o zaman kızılca kıyamet kopar... O zaman ortada; kültür mültür, öğrenim düzeyi, memleket aşkı, Alanya sevdası mevdası kalmaz.

Örnek mi?...

Örnek o kadar çok ki... Hangi birini sayıp, hangi birini söyleyelim...

Resmi binaların, okulların, iş merkezlerinin, iş hanlarının, iş yerlerinin, apartmanların, sitelerin önünden geçerken, çevresine şöyle bir bakın... O resmi binaların, o okulların, o iş yerlerinin, o iş hanlarının, o apartmanların ve de en önemlisi o otellerin önündeki kaldırımlara, kaldırım üzerindeki ağaçların diplerine, o binaların girişlerine, varsa bahçelerine, merdivenlerine, koridorlarına bir bakın...

O çarşıdan ekmek yiyip, o güzelim çarşının temizliğine özen göstermeyen; özen göstermek bir yana, bizzat kendi kirleten; ağaçların dibine asit döküp kurutan çarşı esnafını görün...

O resmi binaların girişi, koridorları; o okulların bahçeleri, o bahçelerin iç ve dış çevresi; o otellerin önündeki kaldırım ve çiçeklikler, o kaldırımların üzerindeki yamru yumru edilip, yerlere yatırılmış ağaçlar; o işyerinin önündeki sokaklar böyleyken; o kurumların, o iş merkezlerinin yöneticileri ve de sahipleri; diplomalı olsa ne yazar, kültürlü olsa ne yazar...

O muhterem zevat, “ben Ülkemi seviyorum...” dese ne yazar, “ben Alanya’yı seviyorum, ben Çorum sevdalısıyım...” dese ne yazar...

Bir insanda; toplu yaşam kültürü yoksa bir insanda paylaşımcılık, katılımcılık, üretkenlik ruhu yoksa; o insanın her yanından kültür(!) aksa ne yazar...

Bir insan kendi mekanını, kendi ekmek teknesini pisler mi?... Ya da pisleyene seyirci kalır mı?... Böyle bir şey olabilir mi?...

Hele hele bir okulun çevresinde, çer çöp olur mu?... Ya da bir okulun bahçesi yeşilden yoksun olur mu? Bir okulun duvarlarında veya çevresinde abuk sabuk yazılar bulunur mu? Çevre bilincinden, çevreci kültürden yoksun bir okul müdürü, bir öğretmen olabilir mi?...

Olmaz!... Olmamalı!... Ama bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde oluyor işte...

Neden oluyor?...

Çünkü biz, “eğitime” değil, “öğretime” ağırlık veren bir toplumuz... Çünkü biz, insanlarımızı “eğiten” değil, insanlarımızın beynine abuk sabuk bilgiler sokmayı, “eğitim/öğretim” sanan bir sistemin ürünleriyiz...

Hep söyler, hep yazarım... Eğitimsiz toplumun insanı; “toplu yaşam kültüründen” yoksun insandır... Bencildir... Nemelazımcıdır... Hazır lopçudur... Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’cıdır...

Nimeti, havada kırk takla atarak kapar ama, külfeti paylaşmaz... Devlet babacı, devlet anacıdır... Her şeyi devletten, her şeyi belediyeden bekler... Belediye gelip evinin, işyerinin önünü, sokağını, süpürmezse; çevresini bok götürür... Ama o yine de bekler... Bekler ki, gelip belediye temizlesin...

Ahkâm kesmeye bayılır... Devleti eleştirir, belediyeyi eleştirir... Yakın çevresine, kitap kurdu olduğunu söyler... Okur veya okumaz ama, evinde gerçekten de cilt cilt kitapları vardır... Kültürüyle övünür...

Çevresine aksini söylese de; bitki dokusundan, yeşilden rahatsız olur...

Balkonunu, terasını, çatısını ardiye olarak kullanır.

İlgiliymiş gibi davranırsa da, aslında “çevre” onu hiç, ama hiç ilgilendirmez. İlgilenenlere de, “enayi” gözüyle bakar... Onun için “rant getirmeyen işler”, boş adamların işidir...

Bokun içinde yüzer de, oralı bile olmaz...

Ama diploması vardır... Hem de koskoca bir üniversite diploması...