Cumhuriyet bugün 89 yaşında. Bu süre içinde 12 kez sıkıyönetim ilân edilmiş. 25 kez Kürt isyanı olmuş. Beş kez darbe ve askeri müdahale olmuş. Ayrıca doğuda 15 yıl olağanüstü hal yönetimi uygulanmış.

Neredeyse cumhuriyet tarihi; isyanlar, sıkıyönetimler, darbeler tarihine dönmüş.

Ayrıca Çorum, Maraş, Malatya, Sivas olayları gibi büyük felaketler yaşatılmış. Sanki sürekli olağanüstü yönetime zemin hazırlanmış.

Yani müdahale için toplumsal farklılıklar kaşınmış, sürekli bir korku üretilmiş. Dönemine göre komünizm, dönemine göre irtica, dönemine göre bölücülük korkusu dillendirilmiş.

Toplumdaki sosyal uyanış, sendikal mücadele, sosyal talepler komünizm korkusu olarak kullanılmış. En masum demokratik talepler bölücülük kabul edilmiş. Sıradan bir muhafazakâr yaşam bile irtica olarak gösterilmiş.

Ama maksat üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek olunca, sistemin egemenleri bu gibi olguları olağanüstü yönetime geçmek için kullanır olmuşlar.

Küresel politikaların bölgedeki amaçları, özellikle küresel sermayenin önünün açılması milli reflekslerle karşılanacağı için; sivil siyasete rağmen, daima ordunun yönetime el koymasının önü açılmıştır.

Zaman zaman ülke içindeki sermaye gruplarının paylaşım kavgasında da askeri müdahaleye ihtiyaç duyulmuştur. İşte bu kavga, 28 Şubat olayının nedenlerinden olmuştur.

Kısaca 28 Şubat olayının nedenlerinden belki de en önemlisi, İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesinin bir kapışmasıdır. Yani iktidara sahip olma kavgasıdır.

İstanbul sermayesi; cumhuriyet nimetlerinden beslenerek gelişen, devletin resmi değerlerini yapıştırıcı güç olarak kullanan ve ülkenin en büyük kaynaklarına sahip olan kesimdir. Örneğin TÜSİAD bu sermaye kesiminin bir temsilcisidir.

Anadolu sermayesi ise Anadolu kaplanları da denilen, hatta bir dönem yeşil sermaye diye adlandırılan kesimdir. Daha çok kendi öz değerleriyle büyümüştür. Ama bugün devletin nimetlerinden daha çok yararlanır olmuştur. İslâmi değerleri ve İslâmi yaşam biçimini yapıştırıcı güç olarak kullanmıştır. MÜSİAD bu sermaye kesiminin bir temsilcisidir.

İşte 28 Şubat 1997 olayı ya da "Post Modern Darbe" olarak ifade edilen müdahale, bu iki sermaye kesiminin hem var olma hem de pazarı paylaşım kavgasının siyasete yansıyan biçimidir.

İstanbul sermayesi kendini siyasal anlamda, merkezdeki ve merkezin sağındaki liberal partilerde ifade etmiştir. Anadolu sermayesi ise İslâmi referanslı, yani bugün "Siyasal İslâm" olarak anılan partilerde ifade etmiştir.

Anadolu kırsalının kentlere taşınmasıyla kentlerdeki muhafazakârlık daha da görünür olmuş ve muhafazakârlığın geniş bir sosyal tabanı oluşmuştur. Aslında zaten var olan ama giderek toplumsallaşan muhafazakârlığın siyasete müdahil olması, "Siyasal İslâm"ı beslemiştir. Ve Anadolu sermayesi, hem ekonomik bir güç hem de siyasi alanda büyük bir güç olmaya başlamıştır.

İşte bu gelişim İstanbul sermayesini ürkütmüştür. Yükselen bu dalga orduda, yargıda, laik kesimde ise irtica tehlikesi olarak algılanmıştır.

Bu iki sermaye grubunun kavgasında, lâik kesimin ve ordunun irticaya karşı duyduğu hassasiyet harekete geçmiştir ya da geçirilmiştir. Yazılı ve görsel medyada en yüksek ölçüde ifadesini bulmuştur. Özellikle toplumun ahlâki değerlerdeki hassasiyetleri daha çok harekete geçirilmiştir.

Sonuçta 28 Şubat 1997 müdahalesi ile REFAH ve DYP koalisyonunun İslamcı kanadı olan REFAH partisi iktidardan tasfiye edilmiştir.

Oysaki yükselen ve büyüyen Anadolu sermayesinin, toplumsallaşan muhafazakârlığın, İslâmi referanslı siyasetleri besleyip büyüteceği bir siyasal iklim oluşmuştu ülkede. Tasfiye ile oluşturulan mağduriyet bu siyasal iklimi daha da beslemişti.

Bölgedeki gelişmeler, uluslararası siyasetlerin bölgedeki politikaları da bu siyasal iklimin gelişmesine uygun düşmüştü.

Nitekim bugün on yıldır devleti yöneten, muhalefete rağmen halen büyüme grafiği gösteren bugünkü iktidar, böyle bir siyasal iklimin ürünüdür.

Soğuk savaş döneminden kalan gözlüklerle bu siyasal iklimi göremeyenler, yeni stratejiler üretemediler. Ordu ve yargı üzerinden bir hesaplaşma yaptılar. Basın ve köşe yazarları kullanılarak, ahlâki değerler kaşınarak, bu hesaplaşmaya destek oluşturmaya çalıştılar.

İşte o günün büyük gazeteleri, ünlü-ünsüz köşe yazarları bu gün 28 Şubat olayını eleştirmekte, adeta günah çıkarmaktalar. Yani 28 Şubat'ı sahipsiz bıraktılar.

Nitekim büyük bir medya grubunun o gün patronu olan Dinç Bilgin, "Bazı şeyler o tarihte sorgulanamaz ve otomatik doğru kabul ediliyordu" diyerek ve "sonradan farkında olduğumuz birtakım uydurma haberleri servise koyduk" diyerek itiraflarda bulunmakta ve bir ölçüde günah çıkarmaktadır.

Artık 28 Şubat'ın sorgulanmaya başladığı bu günlerde umarız ki; bu yargılamalar güç bende diyen anlayışa hizmet etmemiş olsun. Darbelerin ve müdahalelerin arkasındaki derin güçleri ortaya çıkarmış olsun.

Umarız ki; darbe ve müdahale ile ilgili yargılamalar, içinde bir intikam duygusu taşımamış olsun.

Ve yine umarız ki tüm bu yargılamalar; başta siyaset, yazılı ve görsel basın olmak üzere, toplumsal güçlerin ve toplumun kendisiyle bir yüzleşmesi olsun.