Yatak odadsına girip soyunurken yazı masası üzerindeki biraz evvel yazdığı yazı gözüne çarpıyor. Masanın başına oturup kâğıdı alıyor. Başlıyor okumaya.

Ada sahillerinde bekliyorum

Her zaman yollarını gözlüyorum

Seni senden güzelim istiyorum

Beni şad et Şadiye başın için

Münip Cemal bunu ne hülyalarla yazmıştı. Genzine bir gıcık saplandı. Sanki nefes alamıyordu. Gözlerinden bir sıra yaş yanaklarından kayarak, karaladığı dört satırın üzerine düştü. Münip Cemal çekmeceden bir kamış kalem çıkardı. Ve dört satırın altına karalamaya başladı.

Her zaman sen yalancı ben kani

Her zaman orta yerde bir mâni

Her zaman sen uzakta ben müştak

Her telâkkide bir hayal-i firak

Sana ben sahip olmak istiyorum

Benim olsan bütün bütün diyorum

Lems-i ezvâk ile solar hüsnüm

Bana yalnız nazarların gülsün

Nerede ıtrinle süslü leylâklar

Sararıp solmak üzere yapraklar

Bana mesken olunca topraklar

Beni yâd et sevimli başın için

Tam dört kıta yazmıştı ki aklına birdenbire İstanbul’a geçmek geldi. Çıkardığı elbiselerini tekrar giydi. Ayaklarının ucuna basarak dışarı çıktı. Rüzgâr hafifleyeceğine daha da artmıştı. Dışarıda sadece dalga sesleri duyuluyordu. Münip Cemal koşar adımlarla sahile doğru inmeye başladı. Artık onu verdiği karardan ne delicesine esen rüzgâr ne de dağlar kadar yükselen dalgalar döndürebilirdi.

Sahile iner inmez Yakup Ağa’nın kayıkhanesine gitti. Kapı kilitliydi. Yerden irice bir taş alıp kapının kilidini kırdı. Üç çiftelerden birini büyük zorluklarla kazıklar üzerinden denize indirdi.

Dalgalar daha sahilde kayığın içine doluyordu. Münip Cemal sırılsıklam olmuştu. Başından rüzgârın tesiri ile fesi uçtu. Dalgalar arasında birkaç saniye içinde kayboldu.

Zorlukla kayığa bindi. Dalgalar onu sahile atmak için sanki elbirliği yapıyordu. Küreklere var kuvvetiyle asıldı. Kendi hesabına göre sabaha kadar İstanbul’a gidebilecekti.

Ada’dan ancak yüz metre kadar açılmıştı ki artık Münip’in takati kalmamıştı. Kürekleri elinden bıraktı. Kocaman bir dalga kayığı örterek yere düştü. Karanlık sularda ARTIK NE KAYIK NE DE Münip gözüküyordu.

Sabahın ilk ışıklarıyla beraber bu facia Ada’da duyuldu. Rüzgâr durmuş, akşamki çılgın deniz bir çarşaf hâlini almıştı. Yakup Ağa’ya bu acı haberi oğlu Mustafa getirdi. Zavallı ihtiyar saçını başını yoluyordu.

“Ah çılgın çocuk! Kabahat bende. Keşke evine göndermeseydim. Yazık oldu. O kadar da iyiydi ki…

Ne Münip Cemal’den, ne de kayıktan bir parça bulunamadı. Yalnız küreklerden birisi kırılmış olarak sahile gelmişti.

Ogün akşama doğru İstanbul’dan posta geldi. Postacı ağır adımlarla Münip Cemal’in köşküne doğru ilerledi. Çantasından irice bir zarf çıkartarak kapını altından içeri attı.

Komşu kadınlar başın sağ olsuna gelmişlerdi. İhtiyar dadının haberi duyar duymaz sol tarafına nüzul inmişti. Zavallı konuşmadan yatakta yatıyordu.

Kadınlardan biri kapıya gelerek postacının attığı zarfı aldı. Üzerinde Münip Cemal’in adı yazıyordu. Tecessüsünü yenemeyerek zarfı yırttı ve okumaya başladı.

“Canım Münip’in, sana büyük bir müjde vereyim. Babamı seninle evlenmeye razı ettim. Pek yakında da ablam evleniyor. İnşallah düğünleri beraber yaparız.”

Kadıncağız bundan sonrasını okuyamadı. Gözlerinden akan yaşlar mektubu sırılsıklam etmişti.

Kaynak: Ayhan Bilgin, Her Şarkının Bir Hikâyesi Var, İstanbul, 1959 / Aktaran Mehmet Güntekin, İstanbul’un 100 Şarkısı)

Meraklısı için ek 1: Şarkıyı Necmi Rıza Ahıskan’ın sesinden dinlemek için aşağıdaki linke tıklayınız.

https://www.youtube.com/watch?v=QIZPX55W9HA

Meraklısı için ek 2: Şadiye Hanım Bahri Paşa’nın kızı, o dönemin en önemli hanımefendilerinden biridir. Daha sonra Osmanlı Sarayı’na gelin gider. Osmanlı ailesinin 1924’de yurdışına sürülmesiyle, hayatını Fransa ve Amerika’da vatan hasretiyle sürdürür. Kendisi Osmanlı ailesinin 44. Kuşağı Osman Bayezid Osmanoğlu’nun annesidir.