Bu kez, geçen yıl indiğim yerin yüz metre aşağısına rahat bir iniş yolu buldum. Oranın kanyonu da müthiş ve görülmeye değer. Ancak, çağlayandan yukarı bu yana çıkamadım. İkinci kez gelişimde yanımda kardeşim Namık vardı. Ve de çıkış için hazırlıklıydık. Birlikte üç buçuk metrelik bir merdiven yaparak, çağlayanı çıkmayı başardık. Buraya kadar gelip söğüdün altında güzel bir piknik yaptık. Sonra kanyona girdik; çağlayanda duş alıp, serinledik. Gelişimizin kanıtı olsun diye de birkaç tane resim çektik buralardan.

Unutmadan yazayım: Şiir diliyle yazdığım “Aliş’in Öyküsü” adlı çalışmamı da Ocak 1998‘de Ankara da kitaplaştırdım. Olası mektup yazacaklar için de, mektuplarımın arasına kağıtla kalem ekliyorum.

Bu mektupları bulanlara sevgiler, esenlikler.”

Zafer Aydın.

“İkinci mektup da böylece sonlanıyor,” dedi Emre.

“Sürekli kaymakta olan bu yamacı çok zor aşmış Büyükbabam,” dedi Cemre. “Bir yıl sonra Namık Amca’yla birlikte gelmişler.”

“Aşağıdaki çağlayanı merdivenle çıkmışlar.”

“Namık Amcayla birlikte merdiven yapmışlar çağlayanı çıkmak için. Doğrusu ilginç bir yöntem,” dedi Emre.

“Merdiveni nasıl yapmışlar acaba?”

“Nasıl yaptıklarını Büyükbaba’ma soralım olur mu Cemre.”

“Buradaki kanyonda da bir çağlayan olduğunu görmeden öğrendik Özgün.”

“Hayır Emre. Bir değil iki çağlayan varmış buradan yukarda.”

Üçüncü mektubu da Cemre’ye uzatan Özgün:

“Bunu da sen oku Prenses,” dedi.

“Tamam okuyayım. Bu mektup daha kısa.”

Okumaya başladı:

Üçüncü mektup 10 Temmuz 2000

“Üçüncü yıl yine buradayım. Mektuplarım ikinci kişi ve kişilere ulaşamamış henüz. Daha doğrusu onlar benim mektuplarıma ulaşamamışlar. Üç yüz adım aşağıdaki çağlayanı yine merdivenle çıkıp geldim buraya.

Bir çok resim çektim yine. Bir kez daha buradaki kanyonun çağlayanını çıktım. İkinci çağlayanla karşılaşıncaya kadar, o gizemli kanyonda yürüdüm yine. Yalnız tadı olmuyor bu tür serüvenlerin. Mutlaka bir arkadaşın olmalı yanında. Onu da bulmak zor.

Eğer kısmetse, gelecek yıl yine geleceğim. Kim bilir belki kendi mektubumu yine kendim okuyacağım. Şayet birileri bulursa sevineceğim elbet. Mektubuma ulaşacak olanlara, en içtenli sevgi ve selamlarımı sunuyorum.”

Zafer Aydın

Özgün.

“Büyükbabam, yalnızlığın sıkıntılarını yansıtmış bu mektubunda,” dedi

“Yalnız da olsa bir kez daha gelmiş.”

“Ama mektuplarını yazmayı da sürdürmüş Emre.”

“Son mektubunu da ben okuyayım,” dedi Özgün.

15 Temmuz 2001/Pazar

Dördüncü Mektup

“Bir kez daha buradayım. Kendi mektubumu kendim okudum yine. Sanıyorum bu son gelişim. Artık gelmeyi de düşünmüyorum. Merdivenle çıktığım çağlayanın aşağı bölümlerini de gezdim, gördüm. İlginç bulduğum yerlerden de bir çok resim çektim.

Mektuplarımın, serüven severlerin eline geçmesini umut ediyor; bulanlara en içtenli selamlarımı iletiyorum.”

Zafer Aydın

“İki yıl öncesine ait olan bu mektup da böyle sonlanıyor.”

“Dediği gibi, geçen yıl gelmemiş buraya,” dedi Emre

“Gelmemiş,” dedi Cemre.

Özgün:

“Çok ilginç ve şaşılacak bir durum. Büyükbaba’mın 5 yıl önce başlayıp birer yıl arayla yazdığı mektupları hiç kimsenin eline geçmemiş…”

Emre tamamladı cümlesini:

“Ne gariptir ki torunları olarak bizler ulaşıyoruz mektuplarına.”

“Hem de, “Oğlanuçuran Kanyonu”nun önünde bir söğüt ağacının altında.”

“Sanki bizim elimize ulaşacağını bilmiş gibi yazmış bu mektupları,” dedi Cemre.

“Müthiş heyecan verici bir olay. Böyle bir şeyi düşümde görsem inanmazdım doğrusu.”

“Ben de inanmazdım Özgün. Ne dersiniz, birer mektup da biz yazıp koyalım mı?”

(SÜRECEK)