Elimi sıkıp başarılar diliyor.

“Çok sağ olun,” diyorum. “Sizin de yolunuz açık olsun.”

“Allah kaza bela vermesin!” diyor annem.

“Sağ ol anacığım “ diyen sürücüyle yardımcısı arabaya binip, hareket ediyorlar.

Buradan itibaren arazi gittikçe alçalıyor batıya doğru. Rampayı inene kadar arkalarından bakarken, bir yandan da nasıl gideceğimizi düşünüyorum.

Bu sırada adamlardan ikisi yaklaşıyor bize.

“Hoş geldin delikanlı,” diyor birisi.

“Hoş bulduk,” diyorum.

“Yolculuk nereye?”

Elimle gösteriyorum:

“Büyükpolatlı’ya... Bizi oraya götürecek bir at arabası gerekli bana?”

Yanındaki adamı işaret ediyor.

“Aha bunun arabası var. Götürsün sizi.”

“Götürsün” diyorum. “Ne istiyor?”

Öbürü:

“Yirmi beş liranı alırım.”

“Çok değil mi? Sana on beş vereyim. Haydi, hemen getir arabanı.”

“Yok,” diyor adam. “Son yirmi kağıt sizin için.”

“Çorumdan buraya on liraya geldim.”

“Seni özel olarak getirmedi ya.”

Arkadaşı:

“Aç gözlülük yapma Hıdır,” diyor. “On beş kağıt iyi para. Al götür elin gariplerini. Önü akşam. Hayır dualarını alırsın.”

Adam inatçı:

“Dua karın doyurmuyor. Yirmi liradan bir kuruş aşağı olmaz”

Ben, “tamam, peki” diyeceğim sırada, karşı yönden gelmekte olan bir kamyon tam karşımızda gelip duruyor. İçinden inen sürücü sesleniyor:

“Hayrola Hocam? Ne yapıyorsun burada?”

Önce çıkaramıyorum. Kimdir, necidir? Beni nereden tanıyor? Yanıma kadar gelince tanıyorum. Bu sürücü İdris… Önceki gelişimde beni köye kadar götüren Alembeyli kamyon sürücüsü.

Araba sorunum çözülmüş gibi seviniyorum. Ne de olsa bir tanışla karşılaşmıştım. El sıkışıyoruz.

“Hayırlar İdris kardeş. Az önce indik annem ve eşyalarımla. Büyükpolatlı’ya gidiyoruz.”

“Hoş geldin ana” diyor anneme de.

“Bizi köye götürmek için 20 lira istiyor Hıdır dayı.”

“Verme verme! 20 lira çok para. Ben bedavaya götüreyim seni. Hem de kamyonla. Haydi yükleyelim eşyalarını.”

Öteki vatandaş arabacı Hıdır’a:

“Avucunu yaladın mı?” diye çıkışıyor.

Şaka mı, ciddi mi anlayamıyorum. İdris, benim şaşkın bakışlarım arasında, gerçekten de yatak balyasını tuttuğu gibi alıyor arabanın yanına. Arka kapağını da açarak yerleştiriyor içeriye.

“Olur mu hiç İdris kardeş. Koca arabayı benim için...” diyecek oluyorum. O gülüyor:

“Yarın sabah Büyükpolatlı’dan Sungurlu’ya pazarcı götüreceğim. Onun için zaten şimdi köyüne gidiyorum. Hem işim olmasa bile götürür, bırakırdım sizi hocam.”

“Çok sağ olun. Şimdi oldu” diyor, çocuklar gibi seviniyorum.

“Tam zamanında gelmişsiniz Hocam.” Rastlaşmamız iyi oldu. Şanslı adamsın vesselam.

“Her zaman değil amaarada sırada,” diyorum.

Annem de seviniyor.

“Allah senden razı olsun yavrum. Allah seni de arabanı da kazadan beladan korusun,” diye dua ediyor.

“Çok sağ olasın anam” diyor İdris.

Güneş batmak üzere… Eşyalarım yüklenmiş, ferahlamış rahatlamıştık. Gerçekten de sürücü İdris’e rastlamamız ve onun da Büyükpolatlı’ya gidiyor olması bizler için büyük şanstı.

Biz de Sürücü İdris’in yanına binerek köy yoluna düşüyoruz arabayla.

Yolculuğumuz neşeli bir ortamda sürüyor.

“Kendine duracak bir yer bulabildin mi Hocam?” diye soruyor Sürücü İdris.

“Hayır” diyorum. “Sen gelince hallederiz demişti muhtar.”

“Bulunur, bulunur. Bir göz oda olsa yeter sana.”

“Elbette” diyorum.

(SÜRECEK)