“Allah sizlerden razı olsun” diyor annem.

Hava kararmaya yüz tuttuğu için baca başındaki lambayı da yakıyor gelin hanım.

Bu sırada Halil ağa geliyor.

Ayağa kalkıyorum.

“Rahatsız olmayın. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” diyor.

“Hoş bulduk” diyor,

Elini tutup öpmek istiyorum, öptürmüyor. Sadece sıkıyor. Birlikte oturuyoruz.

“İdris haber verdi az önce. Yeğenim olur.”

“Sağ olsun. Köye kadar getirdi bizi.”

“Getirir o. Temiz yüreklidir.”

65-70 yaşlarında orta boylu, kırçıl sakallı, güleryüzlü, zayıf bedenli birisi Halil Ağa. Nereli olduğumu soruyor.

Yanıtlıyorum kısaca.

“Çok gençsin maşallah” diyor. “Ne zaman bitirdin muallim mektebini de muallim oldun” diye soruyor.

“Yeni” diyorum. “Yeni bitirdim.”

“Bizim köyden şimdiye kadar okuyup da amir, memur çıkan olmadı henüz.”

“Bundan sonra çıkar inşallah” diyorum.

“İnşallah” diyor.

Gelin hanım sofra bezini serip, tablayı koyuyor üzerine. Ardından yufka ekmekleri ve tahta kaşıkları diziyor. Sonra da büyük bir tas içinde yemeği getiriyor.

“Hadi buyurun” diyor Halil Ağanın eşi

“Buyurun hemşire hanım.” diyor Halil Ağa da anneme. “Çekinmeyiniz. Burası da sizin bir eviniz sayılır.”

“Çok sağ olun, Allah razı olsun” diyor annem.

“Konuk umduğunu değil bulduğunu yermiş,” diyor hanımı. “Kusura bakmayın.”

“Kusuru mu olurmuş?” diyor annem. “Bu tatlı diliniz var ya, soğan ekmek de olsa, bal börek sayılır bizim için.”

Biraz sıkılarak yanaşıyorum tablaya.

Kadın farkında çekingenliğimin…

“Hadi çekinme yavrum, buyurun” diyor. “Sen de bir Kemalimsin benim. Altı ayı kaldı askerden dönmeye.”

“Allah kavuştursun” diyoruz.

Aynı kaptaki yemeğe uzanıyoruz, tahta kaşıklarımızla. Rastlantıya bakın ki, köyü görmeye ilk gelişimde muhtarın odasında olduğu gibi, burada da kuru fasulye, bulgur pilavı ve turşu vardı. Acıkmışız; bize bal börek gibi geliyor.

YUSUF BAŞER’İN TUTTUĞU ODA

Yemekten sonra teşekkür ediyor, Halil ağa’yla birlikte Muhtarın odasına yönleniyoruz.

Merdivenleri çıkıp odaya girdiğimizde Muhtar dahil, orada bulunanlar ayağa kalkıyorlar. Muhtar yine ağzının kıyısında ikinci sigarasıyla:

“Hoş geldiniz” diyor, başköşeye buyur ediyor bizleri.

Ben önce Halil Ağaya yol veriyorum. O bir başa ben de diğer başa, karşılıklı oturuyoruz. Odadakiler de elimize gelip, “hoş beş” ediyorlar.

Gençlerden biri kendisini tanıtıyor:

“Ben, Yusuf Başer”

“Memnun oldum,” diyorum.

Yusuf’la ilk tanışmamız böyle oluyor.

Sonraki günlerde, haftalarda ve aylarda sürekli yanımda olacak, büyük desteğini ve yardımını göreceğim.

Oda sonradan gelenlerle doluyor. Söz sözü açıyor. Eller ceplere, sigara paketlerine ya da sigara tabakalarına uzanıyor. Peş peşe yakılıyor sigaralar. Geç zamana değin söyleşiyoruz. Sonra uykusu gelenler yavaş yavaş kalkıp gidiyorlar. Halil Ağa da “hayırlı akşamlar” diyerek ayrılıyor. En sona da bekçiyle birlikte Yusuf kalıyor. Akşam, annem ve eşyalarımla Halil ağalara indiğimizi öğrenmiş Yusuf. Kalacağım yerle ilgili olarak Muhtar:

“Hocanın kalacağı yer konusunu da sen hallet Yusuf,” diyor.

“Tamam, Çelebi Kâhya,” diyor Yusuf. “O işi sen bana bırak. Dayımların odası, dayım öldüğünden beri boş duruyor. Hem okula da yakın. Yarın sabah ben gelirim. Birlikte gider bakarız. Beğenirse ne ala. Beğenmezse başka odalara bakarız.”

“Tamam” diyorum ben de. “Şimdiden teşekkür ediyorum.”

(SÜRECEK)