17 Nisan bu ülkenin yakın tarihinde çok önemli bir tarihtir. Ülke gelişiminde, demokratik hak ve özgürlüklerin ülke çapında yaygınlaştırılmasında, üreten insanlara öncülük edecek bireylerin yetiştirilip en ücra köy okullarına gönderilmesinde çok büyük etki bırakmış olan eğitim kurumlarının kurulduğu tarih.

Köy enstitülü öğretmenler, yaparak, yaşayarak öğrenmeyi temel aldılar. Mezunları da aynı eğitim anlayışını en ücra köşelerdeki öğrencilere uyguladılar.

Kurulması ve işlevinin emekçi kesimleri bilinçlendirmesi doğaldır ki yönetici sınıfları, kırsal kesimdeki ağaları, özellikle feodal üretim ilişkisi içinde sermayeyi ve tabii ki erki elinde bulunduranları çok rahatsız etti ve kapatılmaları için baskılar başladı. Sermayenin temsilcileri olarak iş başına gelmiş yöneticilerin bu baskılara dayanmaları beklenemezdi, emir telakki ederek kapatmak için harekete geçtiler. Ülkenin aydınlanma ışıkları söndürüldü. Kapanmaları bilinçli bir tercihiydi yönetici sınıfların çünkü yönetilenlerin bilinç düzeyi yönetenleri aşmaya başlamıştı.

Bu okullarda verilen aydınlanmacı eğitimin yanı sıra dünya klasiklerini okuma seferberliği, birlikte hareket etme ve kitlelere sömürü çarkının nasıl engellenebileceği bilgisi 1930’larda Almanya’da yükselen ve bütün dünyayı kana bulayacak olan Nazizm hayranlarını rahatsız etti. Ya, köylü ve buna koşut olarak yeni yeni serpilmeye başlayan işçi sınıfı uyanırsa? Önce okullardaki eğitim programlarının içeriği boşaltıldı, işlevsiz kılındı. 1947’de Yüksek Köy Enstitüsü 1950’de çok partili yönetime geçildiğinde Amerikancı Menderes iktidarının hedefine kondu. Menderes’i iktidara getiren dış güç ülkedeki toplumcu gelişmeyi önlemek için bir dizi uygulamayı Menderes hükümetine dikte ettirdi. Marshall yardımı çerçevesinde süt tozu, un ve benzeri sokuldu ülkeye.

“Marshall Yardımı için Köy Enstitülerinin kapatılması şartı sunuldu. İsmet İnönü, DP’nin ilk kapatılma teklifini reddetti, ikincisini onayladı. 27 Ocak 1954’de kapatıldı. Köy Öğretmen Okulları da 27 Ocak 1954 tarihinde Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatıldı.” (Alıntı, mynet.com sayfasından)

Köy enstitülerinin kuruluş ilkelerini aşağıdaki paragraf özetliyor:

“Öğrenciler, kimilerinin dediği gibi ‘amele’ değil teori ve pratiği ustaca buluşturan aydınlanmanın mimarlarıydı. Kurucuların amacı, aydınlanmayı köyden başlatarak toplumu canlandırmak, demokratik bir cumhuriyeti kurumlaştırmak ve koruyacak kadroları yetiştirmek; köy çocuklarının öğretmen olarak gönderildikleri köyün canlandırılmasını sağlamaktı. Köylünün okuma yazması yanında, tarımsal, sanatsal gelişimi ve yaşam standardının yükseltilmesi de hedeflenmişti.” (Alıntı, mynet.com sayfasından)

Köyler, köylerde gençler uyanıyordu. Bu toplumsal uyanış yönetici sınıfların bağışlayacağı bir olgu olamazdı. Yönetilenler iktidara aday olmayı düşünmeye başlamışlardı. Çok sürmedi, bu aydınlanma odakları kapatıldılar.

Aşağıda anlatacağım yerleşke Hasanoğlan Köy enstitüsü, Yüksek Köy Enstitüsü, kapatıldıktan sonra Atatürk İlk Öğretmen Okulu, daha sonraları da Atatürk İlk Öğretmen Lisesi. Günümüzde yerleşke dört ayrı eğitim kurumuna bölünmüş durumda, devasa alanıyla.

Enstitüler yetiştirdiği öğretmenleri kadar aydınlık yüzlü yazar, çizer ve sanatçılarıyla da öne çıkmıştı. Enstitülerin yetiştirdiği köy öğretmenlerinin ve yazarların cumhuriyet anıtları olarak dimdik ayakta kalmaları, o yüce anlayışı korumaları rastlantı değildi elbette. Köy enstitülü yazarlarımızdan Mahmut Makal’ı, Fakir Baykurt’u, kadın ressamlarımızdan doğa ve ‘elma satan kadın’ gibi tablolarıyla Fikret Tunalı’yı hangimiz unutabiliriz? Yılanların Öcü hangimizin aklından çıkar?

Birçok bina gibi enstitülü öğretmen ve öğrencilerin kendi elleriyle kurdukları heykel işliği öğrenci kantininin karşısında dimdik ayakta duruyor. Bina resim öğretmeni arkadaşımız ve günümüz ressamlarından Mehmet Erbil’in gayretleriyle çok bakımlı duruyor. Bu çalışkan arkadaşımın fırçasından yüzlerce tablo döküldü, başkentte sanat kurumu var, resme olan tutkusunu, resim derslerini burada sürdürüyor. Tuvalde doğa güzelliği kadar insanlığı, dostluğu da resmediyor. Kapadokya resimlerini görmeyen varsa kurumu ziyaret edebilirler, muhteşem eserler… Açtığı sergileri kaçırmam. Tablolarındaki renkler kadar aklı da diri dostumun. Kısa, göbekli haliyle uzun uzun anlatır tablolarını sergiyi gezerken, gözlüklerinin arkasından, fırsat bulabilirse. Bilmediğiniz bir dünyanın masallarını anlatıyormuş gibi dinlersiniz. Resim ressamın verdiği kadar kişinin hayal gücüyle de inanılmaz bir dünyadır. Ressam aradan çıkar, siz ve resim konuşursunuz, onda olmayanı sen kurarsın. Bir sergide defalarca gidip önünde saatler harcadığım resimler çok olmuştur.

Tören ve toplantıların yapıldığı alanın karşısında genişçe bir arazide döner sermaye işletmesi binaları yayılmış. Köy enstitüsünün kuruluşundan beri üretim yapardı öğrenciler, şimdilerde nitelikli emekçiler yapıyor. İşliklerde üretilen okul araç ve gereçleri ülkenin dört bir yanına gönderilir, elde edilen gelirin büyük bölümü yine okulun giderlerine harcanır. Öğretmen ve çalışanlara ayrılan lojmanların arkasından devasa yerleşke alanı uzanır. Bu alanda tarım ürünleri ve hayvancılık yapılır, okul yönetiminin denetiminde. Öyle geniştir ki arazi yürümekle sonu gelmez, çukurca kısımlarında kuyuları, yine köy enstitüsü öğrencilerinin dağdan okulumuza kadar açtığı kilometreler uzunluğundaki kanalla buz gibi su akar yerleşke içindeki çeşmelerimizden, musluklarımızdan. Yatılı okulda öğretim yılı süresince kalan öğrencilerin yiyeceklerinin çoğu bu alanlarda üretilir. Kümeste yetiştirilen tavukların yumurtaları selelerle yemekhanenin mutfağına taşınır, öğrenciler taze yumurta yerler bazı sabahlar kahvaltıda. Ayrıca okulun kendine ait fırını yıllardır hizmet vermektedir. O fırında üretilen ekmeğin tadını hiç unutmam, hâlâ damağımdadır. Şimdiki fırınların ne olduğu belli olmayan kimyasal katkılı ekmeklerinde bulamadığım tat.

Yerleşkenin batısında yine köy enstitüsü yıllarından kalma, Roma odeonları esas alınarak tasarlanmış amfi-tiyatro ve hemen solunda müzik salonu yer alır. Yerleşkenin çapını düşünemiyor insan, bir köy kadar geniş. Yerleşkenin içinde hamam bile vardı. Tarım alanları işletilir, kümes hayvancılığı geliştirilir, fırında günlük taze ekmek çıkarılırdı. Üreten, ürettiklerini öğrencilerine, öğretmenlerine ve çalışanlarına sunan, eğitim araç-gereçlerini yapabilen, kendi kendine yeten bir eğitim kurumu. Bu güzelim okulların canına okudu, şimdilerde badem gözlü sayılan bir baş yönetici. Emrinde çalışan bir görevliye, eşini beğendiğini, aradan çekilmesini söyleyen bir ahlak yoksununun tasarrufuyla yok edildi bu aydınlanma abideleri. Böyle oluyor genelde; iyiye, güzele, doğruya, doğaya yabancılaşıyor, tiranlaşıyorlar koltuk sevdalıları, erki ele alınca. Yönetimler de bunların tiranlaşmalarına bel bağlamışlar, bir şey yapmış olmak, yaranmak için azdıkça azıyorlar.

Kapatılmasaydı, inanıyorum ki, bugünlerde eğitimde içine çekildiğimiz sefaleti, ekonomideki darboğazı ve yoksullaşmayı yaşamaz, daha eşitlikçi bir ortamda ülke zenginliklerinin insanlara sunulduğu günler görürdük. Sırtlanlar izin verir miydi? Bu soruyu sürekli kendime sorarım.

Benzer eğitim kurumlarının ülke geleceğine çok olumlu katkılar sağlayacağına inanan, bu kurumda görev almış bir öğretmen olarak ilgilenen herkese sevgi ve saygılar iletiyorum.

Nisan 2024, Ankara