En azından ilkokulu bitirinceye kadar altta gördüğünüz evlerde yaşadı çoğumuz.

Bu evlerin tabanından tavanına kadar her santimetre karesi topraktır. Duvarları kerpiç ile örülmüştür. Duvarlardan birinin içine değer verdiği birkaç kitabın, günlük olarak el altında bulundurması gereken birkaç parça eşyanın içine konduğu bir kutu veya kâsenin bulunduğu dar girinti açılır. Elektrik olmadığı yıllarda ise bir gaz lambası konulur.

Bu gaz lambası ışığında bitirdim ilkokulu. Evde büyük ocak varsa, bunun üzerindeki kemere konurdu.  Tavanına döşenen söğüt, kavak veya çam kerestelerin üzerine ince bir tavanlık ahşap kaplama döşenmiştir. Bu kaplamanın üzerine de kış aylarında evi sıcak tutmak amacıyla yine samanla karışık toprak şap atılmıştır. Kışın yakılan soba veya kuzineler evin salon/oturma odası olarak kullanılan en geniş odasını çok kısa sürede sıcacık yapardı. Her taraf toprak olduğu için de geç soğurdu. Benim ilkokul dönemimde köye elektrik gelmediği için gaz lambası ile aydınlatılırdı. Bu gaz lambası ışığında ödevlerimizi yapardık. Gaz lambasının fitili üzerine geçirilen cam örtü, biz bunu lamba şişesi diye adlandırırdık, aydınlatmayı güçlendirirdi. Bu lamba şişesi sık sık is tutardı ve kardeşlerimle sırayla nemli bez kullanarak silerdik. Görevimizi yapmadığımızda annemizden azar işitirdik.

İlkokulu bitirdikten sonra ilçeye, il’e veya başkente ya bir akrabanın yanına yerleşir veya birkaç öğrenci birlikte bir oda kiralar ortaokul ve lise okumaya giderdik. Birkaç öğrenci aynı odada yatardı. Dışarda ortak kullanılan bir tuvalet/hela, ortak kullanmak üzere mutfak işlevi gören bir bölme olurdu.  Bu odalarda kalan öğrencilerin başında aile büyüklerinden bir kadın da bulunurdu, özellikle yemek ve kirli çamaşırları yıkama sorununu çözmek için. O zamanlarda henüz çamaşır makineleri yoktu veya ilçe veya köylere ulaşmamıştı. Aile büyükleri, akraba ve komşular öğrencilerden söz ederken ‘okumaya gitti’ derlerdi.

Okuyanlarımız okulu bitirip bir meslek sahibi olduktan sonra, okuyamayanlarımız bir çıraklıkla işe başlayıp ustalaşmaya yüz tuttuktan sonra köylerdeki yaşam yavaş yavaş değişir, kentli yaşama evrilirdi. Bu evrilme iş-güç sahibi olanlarda doğal olarak yaşama biçimini de değiştirir, köylülükten koparır küçük burjuva alışkanlıkları geliştirirdi. Bu alışkanlıklar giderek küçük burjuva davranışları kalıcılaştırır, sınıfsal bir özellik taşır. Artık okul bitirip bir meslek edinenler küçük burjuva sınıfının/tabakasının birer bireyine dönüşür. Emek sınıfına uzak, sermayeye yamanmaya yakın bir sınıf.

II

Okul sonrası bir meslek edinenler veya sanayi bölgelerinde çıraklıkla işe başlayıp ustalaşanlar köyle, köylülükle bağlantısını tam olarak koparmadı. Köyde kalanları aracılığıyla birçok kışlık gereksinimi yine topraktan karşıladı. Kentteki zorlu yaşama küçük de olsa katkı sağladı. Bu nedenle de yarı feodal kent yoksulları arasına karıştı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın küçük işliklerde veya hizmet alanlarında yetersiz gelirle yaşamakla yüz yüze kaldı. Ancak ilişkiler artık köylülük ilişkilerinden kopmuştu. Kentte yaşıyordu ve üretimden uzaklaşmıştı. Topraktan, üretimden kopunca birey farklı bir yaşam tarzına evriliyor. Bu yaşam tarzı ya kol gücü ya da kafa/beyin gücüyle yaşamı sürdürmeye çalışıyor. İş ile ev arasında, biraz da toplutaşım araçlarıyla yolda geçmeye başlıyor zaman. Akşam yemeğini yer yemez alabilmişse bir gazetenin kaba başlıklarına bakarak, henüz uyuklamaya başlamamışsa bir iki makale okuyarak veya çoğunlukla televizyon kanallarında gezinerek, bulmuşsa kafasına uygun olanı, film izleyerek, dışarda geçirecek zamandan yoksun olarak uyuyup kalıyor. Bu döngü artık yaşam biçimine dönüşüyor. Bu arada evlilik, köylü ya da kentli olduğu belli olmayan salonlarda yüksek kiralarla düğün, çocuk/çocuklar yaşamı renklendiriyor. Düğün salonlarında akraba takı töreni, altın takamayanların bir zarf içinde ne kadar olduğu evde açılınca görülen birkaç yüzlük zarf takılar… Artık çalışamaz durumda olan yaşlılar, beslenmeleri ve bakımları da bu yeni yaşamın arasında seçiliyor. Yaşlıların yaşamdan kopması, geldiği köyünde gömütlüğe konması… Öyle sıradanlaşıyor ki yaşam birey ne yapacağını bilmez, doğru dürüst karar veremez durumda kalıyor. Çocukları da yoksunluk içinde kıvranarak büyüyor. Çoğunluğun yazgısı bu gel-git sarmalında yineleniyor. Bu döngü içinde birey farklı anlayışlar, farklı alışkanlıklar geliştiriyor.

III

Yeni alışkanlık ve anlayışlar, birey eğitim aşamalarından geçmiş, bir meslek edinmişse kentte küçük burjuva yaşam biçiminde buluyor kendini. Kol gücüyle çalışmıyorsa bu alışkanlıklar kısa süre içinde sınıfsal özelliklere dönüşüyor. Küçük burjuvalaşıyor. Asıl olarak beyin emekçisi olduğunun ayrımında bile olmayarak, kapitalist dizgenin birer küçük parçalarına dönüşüyor. Çoğunlukla, bir gün burjuva katmanlar arasında daha yükseklere ulaşacağı düşleriyle ev ve iş arasında mekik dokuyor. Sınıfsal temelde bir mücadelenin emekçi kitlesinin kurtuluşuna giden yolu açacağını kavrayamamışsa halinden memnun küçük burjuva veya lümpen proleter olarak sürdürüyor yaşamı.

Artık köyler bayramlarda, kısa tatil sürelerinde anne-baba ve akrabaları ziyaret etmek üzere gidilen bir yer konumda kalırdı. Bu gelişmelerin günümüzde de fazla değişmediğini, aynı ilişkiler düzeyinde olduğunu düşünüyorum. Çoğu aileler üretimden uzaklaşıyor, köylerde kalmıyor, tarlalarını satıyor veya kiraya veriyor, kentlerde yaşamaya başlıyorlar.

Kentlere göç etmekle kentli olunmuyor. Geldiği yerdeki alışkanlıklar, ilişkiler kentte de devam ediyor. Okullarda eğitim alıp bir meslek edinemeyen çıraklar artık ne köylüdür ne kentli. Kentin kenar semtlerinde, çoğunlukla kendi köylerinden veya ilçelerinden kopup gelen insanlarla birlikte bir yaşam sürdürmeye başlar. Ustalığa geçse de burada yaşama alışkanlığı değişmez. Kentin düzen yanlısı sözde aydınları bu kesimin gençliğini “Apaçiler” olarak niteler, küçümsemeyle. Gelir düzeyleri çok düşük olduğundan pek çok şeyden; örneğin gazeteden, kitaptan, sinemadan, tiyatrodan, bir kültürel etkinliğe katılmaktan yoksun olarak yaşarlar. Oysa bu semtlerde yaşayan emek kitlesidir üreten, asıl yaşamı omuzlayıp götüren. Kent akışını emek üzerinde sürdürür; emeği, en yüce değeri, işbirlikçi tekelci sermayeye tutsak ederek.

Köylerden kentlere akış sona yaklaştı, köylerde fazla üretici kalmadı. Köylünün toprağı yok pahasına büyük sermayeye satıldı veya borçlarına karşılık kapitalin kaleleri olan bankalar el koydu.

Ayrıca kentlere doluşan sığınmacılar başka bir boyutu kentlerdeki yoksulluğun. Emeğin hakedilen değerinin altında yevmiyeyle çalışan sığınmacılar.

Bu döngü sürdürülebilir mi?

Ben, kişisel olarak sürdürülemeyeceği inancındayım. Emek bu kadar yoksunluğa, bu kadar baskılanmaya dayanamayacak, hak talepleri yükselecektir. Hak talepleriyle birlikte demokratik ve sosyal gereksinimler öne çıkacak, toplum kolay olmayan deneyimlerle demokratikleşecektir.

15 Nisan 2024

Sami Aydoûan Kšy Kent