“Bağışla canım,” dedi Cemre. “Öyle demek istememiştim.”

“Önemli değil. Ben de olsam, aynı şeyi düşünürdüm.”

“Peki, bu ağaççıklar kimleri simgeliyor, onları tanıtır mısın bize.” dedi Özgün.

“Tanıtayım,” dedi Zeynep gülerek. “Şu gördüğünüz büyük ağaç babamı, ikincisi annemi; şu üçüncüsü ise ağabeyimi… Şu fidana gelince, o da can arkadaşım Sibel’i simgelemektedir. Sibel okul arkadaşımdır. Çok severim kendisini. Birbirimizi görmeden duramayız. Burada da en çok Sibel’le dertleşirim.”

“İnsanın böyle candan bir arkadaşının olması ne iyi,” dedi Emre.

“Siz gittikten sonra yan yana üç fidan daha bulmam gerekecek.”

“Neden?” diye sordu,” Cemre.

“Onlar da senin, Özgün’ün ve Emre’nin simgesi olacaklar.

“Ay canım!” dedi Cemre. Yeniden sarıldı Zeynep’e. “Seni hiç unutmayacağız. Tatil bitip evlerimize dönünce de telefonla görüşecek, mektupla haberleşeceğiz seninle. Hem biliyor musun? Zeynep adlı ikinci arkadaşım oluyorsun sen. Samsun’daki en can arkadaşımın adı da Zeynep’tir.”

“Bay Prens,” dedi Emre, Özgün’e. “Bunlar bizi unuttular,”

“Haklısın,” dedi Özgün. “En iyisi kendimizi, şu kayadan aşağı atalım da dikkatlerini öyle çekelim.”

Kıyıya doğru şakadan bir adım attı Özgün.

Yerinden fırlayan Zeynep, Özgün’ün arkasından sarılarak hemen çekti geriye:

“Aman ne yapıyorsun?” dedi.

Zeynep’in tepkisine, diğerleri gibi Özgün de şaşırmıştı. Göz göze geldiler Zeynep’le. Utandı, kıpkırmızı kesildi yüzü.

“Şaka yapmak istemiştim. Seni korkuttuğum için özür dilerim.”

“Şakası bile kötü böyle şeylerin?” dedi. “Korkarım elbet! Sevdiklerimin hiç birisine zarar gelmesini istemem ben.”

“Sağ ol Zeynep kardeş,” dedi Emre gülerek. “Bazen biz, böyle soğuk şakalar yaparız. Sen de alış bunlara. Hepsini gerçek sanma.”

“Ama böyle de şaka olmaz ki!”

“Hadi oturalım şöyle kıskanç şeyler,” dedi Cemre. “Tatsız şakalarla tadımızı kaçırmayın!”

Oturdular kulübenin önüne.

Emre:

“Bizim dışımızda, başka bir şey tadınızı kaçırırsa ne yaparsınız?..”

“Ne gibi?” diye sordu Zeynep.

“Sözgelimi, şuradan bir yılan çıksa diyorum?..”

“Sen de aklını yılanla bozdun Emre,” dedi Cemre.

“O yılanı alır, kemer diye belime dolarım,” dedi Zeynep. “O bizim tadımızı kaçıramaz.”

“Ayy!” dedi Cemre yüzünü buruşturarak.

“Yani, yılanlardan korkmaz mısın sen?”

“Korkmam,” dedi. “Ormandaki tüm hayvanlar benim dostumdur. Yoksa sen korkuyor musun Emre?”

“Yoo!..” dedi Emre. “Korkmuyorum ama yine de yüzü soğuk onların.”

Saatine bakan Cemre:

“Bırakın şu yılan muhabbetini de yavaş yavaş inelim aşağıya. Bakın, hem Büyükbabam da geliyor zaten. Bekletmeyelim O’nu.”

Kalktılar.

Zeynep küçük meşe fidanına sarılarak:

“Hoşça kal şimdilik Sibel fidanım,” dedi. “Yalnız değilim artık. Üç can arkadaş buldum. Birlikte güzel günlerimiz olacak. Bu güzel günleri onlarla paylaşmaya başladım bile. Okullar açıldığında sana çok güzel anılarla döneceğim. Seni çok seviyor ve doya doya öpüyorum canım!..”

Onlar da bu oyuna katıldılar:

“Tanıştığımıza sevindik. Hoşça kal Sibel Fidan,” dediler.

Özgün, Büyükbaba’sına seslendi:

“Buradayız Büyükbaba!.. Şimdi geliyoruz.”

İniş daha rahattı.

Zeynep’le Cemre seğirttiler meşelerin arasından aşağıya. Gamsız da peşlerindeydi.

Özgün’le Emre arkada kalmışlardı.

Özgün:

“Zeynep, çok ilginç bir kız,” dedi Emre’ye.

Güldü Emre:

“Sadece ilginç değil, aynı zamanda sevecen ve merhametli de. Sana düşecek diye nasıl sarıldı ama?”

Özgün ciddileşti:

“Fesatlık yapma! O bizim arkadaşımız, kardeşimiz!”

“Şaka yaptık canım,” dedi Emre. “Hemen bozulma.”

(SÜRECEK)