ÇÖREKDEDE EFSANESİ

Yeniden yola koyuldular. Oluklu Pınarcık’tan derenin içini izleyerek Çavuşdamı’na, oradan da Çörekdede’ye dolaştılar. Çörekdede denilen yerde, belki beş yüz yaşında bir meşe ağacı vardı. Bu anıt ağaç, Dereyol Mahalle’den Pınarcıklar ve Kavak yönüne giden yolla; köyün güneyinde, doğudan batıya uzanan yolun kesişim noktasındaydı. Meşe ağacının dallarından bazısı kurumuştu. Ama yine de o, bu derenin simgesi olarak, görkemli görünümüyle zamana meydan okuyordu. Meşe ağacının üst yanına önünde oluğuyla bir çeşme kurulmuş, şırıl şırıl akıyordu suyu.

“Ne büyük, ne görkemli bir ağaç,” dedi Cemre.

“Köyün en yaşlı ağacı bu olmalı,” dedi Özgün.

“Öyle,” dedi Zafer Bey.

Emre’yse:

“İyice yaşlanmış,” dedi.

Ardından oturdular çeşmenin önüne, meşe ağacının altına.

“Doğudan batıya uzanan bu yola ‘Uluyol’ denir,” dedi Zafer Bey. “Eskiden bu yoldan kervan geçermiş. Yani “Kervan Yolu”ymuş burası.”

“Kervan ne demek Büyükbaba?” diye sordu Cemre.

“Kervan, eskiden uzak yerlere yolcu ve ticaret eşyası taşıyan yük hayvanları topluluğuna denir. Bu hayvanlar daha çok develerden oluşurdu. Bu yoldan da nice kervan kafilesi geçmiş eskiden.”

“Büyükbaba,” dedi Özgün heyecanla. “İstanbul’da bizim oturduğumuz Büyükçekmece’de, Büyükçekmece Gölü’nün üzerinde bir köprü var. Köprünün hemen beri yanında da bir kervansaray” Her ikisini de Mimar Sinan yaptırmış. Kervansaraya, ‘Kurşunlu Han’ diyorlar. Asya’dan Avrupa’ya giden kervan yolcusu orada konaklarmış. Büyükçekmece Belediyesi orada her yıl bir hafta süreyle, kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenliyor. Köprü girişinin bulunduğu yer, çok güzel bir parka dönüştürüldü. Turistik yöre evleri kuruldu. Bu evlerde, yerli ve yabancı gezginlere yöresel yemekler sunuluyor. Ama orada Çorumevi yok.”

“Çorumevi’ni de sen aç orada Prens Hazretleri,” dedi Emre.

“Bu da espri mi yani?” dedi Özgün.

“Bir birinize karşı hoşgörülü olun” diyen Zafer Bey sürdürdü konuşmasını.

“Evet,” dedi. “Birlikte gezmiştik. Gerçekten ilginç ve güzel yerlerdi oralar. Yeniden buraya dönersek; buranın bir de efsanesi vardır çocuklar. Onu dinlemek isterseniz, anlatmak isterim sizlere.”

“Dinleriz Büyükbaba. Anlatın ne olur,” dediler.

“Söylence bu ya; burada ‘Çörekdede’ adında bir ulu kişi, bu meşe ağacının yanıbaşında kurduğu fırınında çörek yapar, gelen giden yolculara dağıtırmış. Yerini yurdunu kimseler bilmez; nerede oturur, nerede kalır, nerede konaklar kimseler bilmezmiş. Yakacak odunu, çörek yapacak unu da hiç eksik olmazmış yanından. Ve de tükenmezmiş yaptığı çörekleri. Bir kervan kafilesine bile yetermiş. Zamanla bu ulu kişi ömrünü tamamlamış, bu meşe ağacının altına gömülmüş. Mezarı da ziyaretgah olmuş.

Günün birinde dağdan inen bir sel, bu mezarı alıp götürmüş ama ‘Çörekdede’ adı unutulmamış. Halk arasında ermiş, ulu bir kişi olarak anıla gelmiş bu günlere dek. Meşe ağacı da ermiş Çörekdede ile özdeşleşerek, halk tarafından kutlu bir ağaç olarak nitelendirilmiş. Kimse dokunmamış bu meşe ağacına. Zamanla kimi dalları kurumuş, düşmüş de kimse alıp götürmemiş odun niyetine. Böyle bir davranışın Çörekdede’ye karşı yapılmış bir saygısızlık olacağına; bundan da öte, kişiye felaket getireceğine inanılmış. Zamanla bu meşe ağacı, Çörekdede ile birlikte kutsanarak gelmiş o günlerden bu günlere”

“Gerçekten çok ilginçmiş Büyükbaba,” dedi Özgün.

“Keşke,” dedi Cemre. “Tüm ağaçlarımız kutsansa da, dokunulmasa ormanlarımıza. Kıyılmasa, yakılmasa. Ülkemizin her yanı, her yöresi ormanlarla donansa, yeşil bir cennete dönüşse”

“O zaman,” dedi Özgün. “Ne kuraklık, ne kıtlık nede yoksulluk yaşanır ülkemizde.”

“Elbette.” dedi Emre. “Biliyoruz ki ormanlar yağışı, yağışlar da bolluğu ve bereketi getirir.”

“Çok doğru çocuklar,” dedi Zafer Bey. “Bu bilinci insanlarımızın beynine, yeşil sevdasını da yüreklerine yerleştirebilirsek, birçok sorun kendiliğinden çözülecektir.”

“Doğru söylüyorsun Büyükbaba,” dediler.

Tekleme de olsa, zaman zaman tarlasından bahçesinden dönenlere rastlıyorlardı. Selamlıyor, hoş geliş edip, geçiyorlardı köye doğru.

(SÜRECEK)