Harita Kadastro Mühendisleri Odası Başkanı yaptığı açıklamada, “Türkiye’de faaliyet gösteren 17 bin yabancı şirketin 3 bin tanesinin sadece toprak alımıyla meşgul olduğunu” belirterek, “Avrupa ülkelerinde bankaların kampanya açarak Türkiye’den toprak alana istediği kadar kredi verdiklerini” söylemiştir.

Günü anlamak için dünü bilmek, yarını öngörmenin ve alınabilirse ders almanın temel koşuludur.

"Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra kenti gezerken, kapalı bir mekândan inilti duyar. Fatih, sesin sahibini oradan çıkartıp, yanına getirtir ve neden hapsedildiğini sorar. Adam, gelecekten haber veren bir keşiş olduğunu, kuşatma sırasında İstanbul’un Türklerin eline geçeceğini söyleyince, Bizans imparatorunun gazabına uğradığını ve bu nedenle hapse atıldığını söyler.

Fatih keşişe, İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını sorar. Aldığı cevap şöyledir.

"İstanbul, Türklerin elinden harp ve darp ile çıkmayacak. Lâkin öyle bir zaman gelecek ki, mülk ve arazileriniz satılacak, bu suretle İstanbul Türk malı olmaktan çıkacak."

Fatih, bu sözler üzerine ellerini havaya kaldırarak bilinen şu bedduada bulunur.

“İstanbul’da fethettiğim yerleri yabancılara satanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar.”

(Prof. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, İBŞB Yayınları 2 Cilt) Bu Risale R.T. Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı döneminde İstanbul Belediyesi tarafından yayımlanmıştır.

Fatih Sultan Mehmet’in deneyimlerinden ders alamayan Osmanlı padişahları, yabancılara tanıdıkları ayrıcalıklarla (kapitülasyonlar) parçalanmaya giden yolun taşlarını döşemiştir.

Çetin Yetkin bu durumu şöyle ifade etmektedir. “… Osmanlı Devleti yöneticilerinin Sevr Antlaşması’nı imzalamakta bir sakınca görmemelerine olanak sağlayan gelişmelerin ve mandacı kafa yapısını ortaya çıkaran sürecin temeli 1839’da atılmış, 1856’da kök salmıştır. Ancak, Tanzimat’ta gerçekleştirilen ‘reformların” hemen, hemen tümü emperyalist devletlerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda yaşama geçirilmiştir. Bunlardan biri de toprak satışı ile ilgili olan düzenlemelerdir.”

İngilizler, 1860’da Babıâli’den yabancılara yerli halk için söz konusu olan yükümlülüklere bağlı olmaksızın hazine mallarını satın alma hakkının tanınmasını istemişlerdir. Fransa da 1867 Şubat’ında bir nota vererek vakıf sisteminin kaldırılmasını ve özel mülkiyetin geliştirilip yaygınlaştırılmasını istemiştir.

12 Şubat 1856 tarihli Times gazetesinde çıkan şu satırlar dünden bugüne pek bir şeyin değişmediğinin belgesidir.

“Ecnebilerin arazi satın alması için mevcut bütün manilerin kaldırılması ve sağlam bir mali sistemle yollara ve limanlara yatırılan sermayenin temini için karşılıklılık tesisi, büyük neticelerini en seri elde ettiren siyasi faaliyetlerdir. Kısa zamanda büyük sonuçlar doğuran diplomatik çabaların bir sonucudur. Önümüzde zengin ve işlenmemiş bir memleket var, garp bunu elde edebilir.”

Özellikle şu ifadeleri sabit kalemle kayıt düşünüz sinek pislemedik bir yere… İşlenmemiş bir memleket (Yani Türkiye), o ülkeye sahip olma (yani Türkiye’ye), zamanın lehlerine işlemesi!... Ticaret ve siyaset örtüşmesinin dayanılmaz albenisi…

“Türkiye Batı’nın gözdesi!...”, “Türkiye yabancı emlak  alıcılarının yeni gözdesi!...”

Bu ifadeler ise günümüzün İngiliz dergilerine aittir. Dikkat buyurun lütfen, “gözdesi” denmektedir, “yeni gözdesi” sözünün altını çiziniz. Demek ki Türkiye, AKP iktidarı sayesinde birilerinin eski gözdesini tahtından indirmiştir.  Aynı dergilere göre Türkiye “bir içim su”dur. Kış mevsimi ılıman, Nisan ayından ta Kasım ortasına kadar güneşli, sahilleri nefes kesicidir. Özellikle kıyı bölgeleri cennetten bir köşedir…

Bilindiği gibi temel kabuldür ki toprak olmazsa devlet olmaz. Toprak bütünlüğü sağlayamayan devlet dağılır. Türkiye, 21. yüzyılda da tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi toprak bütünlüğüne yönelik küresel taleplerle karşı karşıyadır.

Türk Ceza Kanunu Md.305/4’de “Bağımsızlık, Toprak Bütünlüğü, Millî Güvenlik ve Cumhuriyetin Anayasa’da Belirtilen Temel Nitelikleri” temel millî yararlar olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Osmanlı’dan günümüze toprak satışları temel millî yararlarımızla, Anayasal düzenle ilgilidir ve yeni Anayasa sürecinin yani milletin, devletin, egemenliğin ve hukukun ayrıştırılma sürecinin bir parçasıdır.

Tarihten Bir İbret Sayfası…

Yabancılara toprak satışı, Tanzimat ve sonraki dönemin hükümetleri tarafından gelişme ve ilerleme olarak görülmüş (!), önlem almak bir yana reform denilerek sıkı bir biçimde desteklenmiştir.

Tanzimatçı Sadrazamlardan Ali Paşa, 1869’da, “Kapılarımızı açmalı ve Türkiye’ye seçme yabancı göçmen getirmeliyiz. Bunlardan bir tehlike gelmez, reform ve gelişmeye kavuşmamıza yardım ederler” demiştir.

Yabancıların toprak satın alabilmesi, 19. yüzyılda, Tanzimat döneminde yasalaşmıştır. Ancak yabancılar, yaygın olmamakla beraber, daha önce de padişah fermanıyla taşınmaz mallar edinmişlerdir. Batı Anadolu’da kimi yerleşim birimleri, bu yolla, üç bin yıl öncesindekilere benzer biçimde Rum kolonileri oluşturulmuştur. Ayvalık, bu oluşuma verilebilecek çarpıcı bir örnektir.

18. yüzyıl sonlarında küçük bir köy olan Ayvalık’ta doğan ve Fener Patriği’ne bağlı bir papaz, her nasılsa İstanbul’daki resmi çevrelerin gözüne girmeyi başarmış ve 1773’de padişah III. Mustafa’dan, “Köy sınırları içinde hiçbir Müslüman’ın oturamayacağını” kabul eden bir ferman almıştır.

Kısa süre içinde Yunanistan’dan yoğun göç alınmasına yol açan bu ferman, aynı zamanda, Osmanlı Devleti’nde “Yunanlılara, araziye dayalı olarak verilen ilk kendi kendine yönetim”  olanağı sağlamış,  Ayvalık böyle gelişmiştir.

1773’de kimsenin bilmediği küçük bir köy olan Ayvalık, Yunan İhtilâlı’nın patlak verdiği 1821 yılında, köyleriyle birlikte 30 bin Rum’un yaşadığı, Batı’yla ticari ilişkileri olan ve Yunan parası kullanılan bir merkez haline gelmiştir.

1867 yılında “Tebaa-i Ecnebiye’nin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun” uygulamaya sokulmuştur. Yasada, “Yabancı devletlerin uyrukları, Osmanlı ülkesinin Hicaz dışında kalan her yerinde, devletin uyrukları gibi ve başka bir şarta bağlı olmaksızın; şehir ve kasabaların içinde ya da dışındaki her yerde toprak satın alma ve mülk edinme hakkına sahip olacaktır” ifadesi bugün çıkarılan toprak satış yasalarının ilham kaynağıdır. Değişen sadece oyunculardır.

Bu yasa ile Osmanlı Devleti’nin temelini oluşturan toprak düzeninde değişiklik yapılarak,  500 yıllık gelenek bozulmuştur. Osmanlı, parçalanmanın yasal taşlarını döşeyerek beklenen sona doğru gitmektedir.

1867’de çıkarılan yabancılara toprak edinme hakkı tanıyan bu yasa, yetmiş yıllık kolonileşme uygulamalarının yarattığı birikime bağlı olarak, Batı Anadolu’nun Rumlaşmasına büyük ivme kazandırmıştır. Daha önce hiçbir Rum’un yaşamadığı kimi yerleşim yerleri, Rum köyleri ya da kasabaları haline gelmiştir. Eskiden beri Anadolu’da yaşayan, Müslüman olmamasına karşın Türkleşen Rumlar ve Ortodoks Türkler, Yunanistan’dan gelenler yanında azınlıkta kalmıştır.

Bu konuda Şefik Aker’in “Aydın Milli Cidali” isimli kitabından ilginç bilgiler vardır. Kırım Savaşı’na (1853) kadar Ezine’de tek Rum yoktur. Savaştan sonra, önce üç Rum kente yerleşir ve arkası gelmiştir. 1909 yılında Ezine’de Rum nüfus 380 haneye yükselmiş ve bu mahallede yıkılmış (!) bir cami dahi mevcuttur. Edremit’te olanlar farklı değildir. 1852 yılında her ikisi de birer Türk zenginin yanında çalışan yalnızca iki Rum aile vardır. 1909 yılında ise Edremit’te  Rum hane sayısı 1500 haneden fazladır.

(SÜRECEK)