Tarihini bilmeyen toplumlar, dünyaya egemen olmak isteyen emperyalist güçlerin “böl-yönet-yut” planlarının bir parçası olarak tarihten silinmeye mahkûmdurlar.

Dedik mi? Dedik…

“Vatan, millet, Sakarya…” sözünü duymayan, bilmeyenimiz var mıdır? Hayır…

Bir millet, dört taşıyıcı temel öğe üzerinde inşa olunur ve yaşar. Yurt birliği, tarih birliği, dil birliği ve kültür birliği…

Toplumu geleceğe taşıyacak olan bireyler (yurttaşlar) tarih bilincinden yoksun bırakılırlarsa ne olur?

Milleti oluşturan yapının temel dayanaklardan birini çökertmiş olursunuz. Ulus olma direnci kırılmaya başlamıştır.

10 Kasım 1938’den sonra, 1939 yılında, Mustafa Kemal’in hazırladığı Tarih ve Medeni Bilgiler kitapları tozlu raflara derhal kaldırılmış, emperyalizmin karşıdevrim hamlesi dâhili ve harici tertiplerle sinsice ağlarını örmeye başlamıştır.

“… işgal tam anlamıyla 27 Aralık 1949_da gerçekleşmiştir. Çünkü 27 Aralık 1949_da ABD ile Fulbright Antlaşması diye de adlandırılan “Türkiye ile ABD Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması” konusunda bir antlaşma imzalanmıştır.

Bu antlaşmanın 1. Maddesi aynen şöyle demektedir:

Madde: 5 Komisyon dördü Türk, dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Türkiye’deki ABD diplomatik heyetinin başı Amerikan Büyükelçisi komisyonun fahri başkanı olacaktır. Komisyonda oyların eşit olması halinde kesin oyu misyon şefi ABD Büyükelçisi verecektir.”

Bu komisyonun ana görevi ise Türkiye’de kazanılacak ABD yanlısı kadroların saptanması ve eğitilmesidir.” (Eğitimin Sadece Adı Millidir!… Figen Özen)

Bir diğer deyişle ciğer kediye emanet edilmiştir!

Kemalist devrimin inşa sürecinin en önemli kurumlarından ve dünya tarihinde benzeri görülmeyen bir uygulama olan Köy Enstitüleri’nin yüksek bölümü “iki eserim var, biri Cumhuriyet, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi” diyen Mustafa Kemal’e inat CHP eliyle kapatılmış/kapattırılmış, D.P. iktidarı döneminde ise Öğretmen Okulları’na dönüştürülerek sıradanlaştırılmıştır.

Karşıdevrim tırmanma şeridinde…

Mustafa Kemal’in kendi cebinden para vererek kurduğu Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu süreç içinde önce edilgenleştirilmiştir. Hamle bir…

12 Eylül 1980 darbesinden sonra da sıradan bir daireye dönüştürülmüştür. Hamle iki…

Artık tam öldürücü darbeyi vurmanın sırasıdır. Emperyalizm bu “şerefli” görevi kendi eliyle kurdurduğu AKP iktidarına vermiştir.

Dil birliği mi demiştik?

Hangi ülke vardır ki kendi çocuklarını bir yabancı dille okutup eğitsin? Bunu yapan ülkeler emperyalizmin sömürgeleştirdiği, zaman içinde kâğıt üzerinde bağımsız devlet gibi görünen, ama esasında yönetilenler tarafından yönetilen çakma devletlerdir.

Hangi Batı ülkesi kendi çocuklarını ulus dili dışında bir müfredatla eğitir?

Hiçbiri…

Ama bu ülkelerin hepsinde yabancı dilleri öğreten yapılar vardır ve bu iki çizgi asla birbiriyle karıştırılmamalıdır.

Yabancı dillerle eğitim öğretim yapılan kolejler Osmanlı’dan beri ülkemiz için hep sorun olmuştur.

Meraklısı için parantez… (Figen Özen’in “Eğitimin Sadece Adı Millidir…” adlı yazısına bir gönderme daha…)

Bu konunun önem ve değerini Mustafa Kemal şu sözleriyle ifade etmiştir.

Örnek bir…” Efendiler; yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenim sınırları ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce, Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmenin gereği öğretilmelidir.”

Örnek iki… “Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felaketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi özbenliğini, milli varlığını ihmal ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.”

Kültür birliği mi demiştik?

Kültür, şeylerin halden hale geçen sürekliliğidir. Bir diğer deyişle toplumun tarih boyunca oluşan kökleri üzerinde yükselen bir yaşama biçimidir. Siz o toplumun tarihiyle, diliyle olan bağlarını keserseniz, o ülkenin kültürü üzerinde istediğiniz tadilat ve tahribatı yapabilirsiniz.

Topluma bilinç taşıyacak olan aydınlar kendi kültürünü (müziğini, dilini, edebiyatını, inancını) küçümser hale getirilip, milletle olan kan damarlarını keserseniz, aydınlar sömürge aydını olurken, millet de emperyalizmin toplum mühendislerinin ellerine bırakılmış olur. Bu toplum mühendislerinin takkelisi de vardır şapkalı kasketlisi de… Feminist takılanı da vardır, çevreci görüneni de… Say, say bitiremezsiniz bunları. Emperyalizm birinin arabasına binmeye görsün, ona onun şivesiyle kendi şarkısını söyletir.

“Vatan, Millet, Sakarya…” mı demiştik?

Karşıdevrimci tertibin kılcal damarlarından biridir bu ifade… Bir toplumu kendi tarihiyle, varoluş mücadelesini küçümseterek dalga geçtirmek kolay iş değildir.

Yukarıda altını çizerken içimi acıtan ifadedeki Sakarya’dan kasıt 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında Türk Ordusu ile emperyalizmin maddi ve manevi himayesindeki Yunan Ordusu arasında yaşanan meydan savaşıdır. Bire karşı beşle dövüştüğümüz bir savaştır bu.

Çanakkale savunmamız için “Yegâne mağlup olduğumuz savaş…” diyen İngiliz Bahriye Nazırı Churchill, Sakarya Meydan Savaşı için şu değerlendirmeyi yapmıştır.

“Sakarya’da Yunanlılar ve Türkler şu duruma gelmişlerdi, Türkler için kesin mağlubiyetten başka her şey zaferdi. Yunanlılar için ise kesin zaferden başka her şey mağlubiyetti.”

Tarihçi Arnold Joseph Toynbee (14 Nisan 1889 Londra, İngiltere – 22 Ekim 1975)  ise Sakarya savaşı için şu değerlendirmeyi yapmıştır.

“Eğer Türkler bu zaferi kazanmasa idiler -belki- Orta Asya’da varlıklarını sürdürebilirlerdi. Ama Anadolu ve Balkanlar’da bir tek Türk kalmazdı. Anadolu bozkırlarındaki Sakarya ırmağı kenarında Türklerin kazandığı bu zafer, dünya tarihini değiştirmiştir. O zamana kadar kimsenin bilmediği bu nehir kenarındaki Türk zaferi ile müstemlekeler devri de sona eriyordu. Bütün esir milletlerin ayaklanması da bu zafer üzerine başlamıştır. Bu Türk zaferinin önemini ancak seksen yıl sonrasının tarihçileri değerlendirecektir.”

İşte bu ahval ve şeraitte 13 Eylül 2011 tarihini, Sakarya Meydan Savaşı zaferini idrak ettik.

Gerçekten idrak ettik mi dersiniz?