I

Yanıt ve kanıt arasında bir organik ilişki olmaması neredeyse olanaksızdır. Her yanıt, bir kanıt içermeyebilir, ama her kanıt yanıtı güçlendiren bir parçadır.

Soru mu dediniz? Anlamak, hissetmek ve anlatmak, hep bir soruyla başlamaz mı? Sebep-sonuç ilişkisi bağlamında gerek kendini gerekse toplumu, dünyayı ve evreni sorgulayamayan insanlardan oluşan, bireyleşemeyen bir yapının yol açacağı sorunlar…

Düşündüğümüz ve hissettiğimiz gibi yaşayamadığımız için mi yazarız? Her metin; okunan/dinlenen/izlenen, geleceğe mektuplar değilse nedir?

II

Şiir, her sanat dalı gibi şüphesiz kendi içinde bir disiplin içerir. Ancak sanat dalları içinde avareliğe en yakın plan duran da şiirdir.

Şiirle zamanı yürümeye çalışan bir gence düzyazıyla uğraşmasını önerdiğimde şaşırmıştı. Bir defter al ve her gün olmasa da bir şeyler yazmalısın, demiştim. Okuduğun kitap, seyrettiğin film için ne düşündüğün vs. Düzyazı, düşünceyi disipline eden bir düzlemdir. Bu düzlemin uzantısı ise düş söylemeyi ferahlatır.

Çağdaş şiirde serbest vezin kullanılması, hele şiire yeni başlayanlar için düzyazı tuzaklarıyla doludur. Bir metnin kırık satırlarla yazılması yani… Ortalık böyle şiirimsilerden geçilmiyor. Bir çocukluk hastalığı.

III

“Her gün aynı düş kurulur mu?” diye sordu.

Soran kimdi, sorulan kim?

Yüzünde ünlem işareti, yan masada kulak misafiri olan biri vardı bu soruya.

Anlamak ve hissetmek diye düşündü. Anladığımız bir şeyi aynı anda hisseder miyiz? Ya da tersi…

Her gün aynı düşü kurmak için anlamak mı gerekir, hissetmek mi?

Bir maratonu 100 metre koşucusu gibi koşup, durmadan bir daha koşmak. Koşan ile koşulan yol, aynı gibi görünse de hiçbir şey aynı değildir aslında. Işığını gördüğümüz yıldız, bizim onu gördüğümüz anda aynı yıldız mıdır ki? Yitip gitmiştir belki bir kara-delikte.

“Her gün yeniden özlüyorum”, dedi yan masadaki kulak misafiri, “Yeni bir hasret büyütüyorum hâlimce. Sonsuzda buluşan paraleller gibiyiz.”

IV

İnsanlık tarih boyunca her dönemde kendince ölçüp biçerek zamanı isimlendirmiştir. Ancak zamanın gerçekliği kişiye, mekâna göre değişkenlik gösteren bir boyuttur.

Eşdeğer sayıda bir zamanın hissedilmesi ise insan için bir algı terazisidir. Tartısı değişen sonuç. Sevgiliyi beklerken zaman geçmek bilmez de sevgiliyle beraberken zamanın nasıl geçtiğini anlayamayız.

Aziz Augustinus’a, göre “Kavradığımız ve bildiğimiz zaman ile gerçek zaman birbirinden ayrı şeylerdir.”

“Zaman nedir?” sorusuna ise “İtiraflar” adlı eserinde şu cevabı verir. “Bunu bana kimse sormasa bile biliyorum, ama biri sorarsa nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.”