Soma faciası da yüzlercesi gibi klasik Türk vak’alarından biri olarak tarihe geçti. Ne yazık ki çokça ölmeden ders almıyoruz. Bunun sebeplerini çok yazdık. Ders alsak da almasak da yine yazacağız. Fakat bu gün bana facebook’dan gelen Hüsran Şeker hanımın bir hatırasını aynen yazmak istiyorum. Yorum yapmıyorum.
*
Çocukluğum ve gençliğim, sokakları kömür kokan Soma’da geçti. Küçüktüm, anlayamıyordum. Elbisemdeki en ufak lekeye, çamura kızan annem, babamın simsiyah olmuş atletine, banyoyu çamur deryasına çeviren iş elbiselerine neden bir şey söylemiyordu? Bir gün üstümü kirlettiğim için attığı çimdiklere dayanamadım sordum:
“Babama neden kızmıyorsun, o benden daha kirli. Burnunun içine bile giren siyah tozlar, yürüdükçe evin her yerine dökülüyor.”
Hiç unutmam, “O siyah toz bizim ekmeğimiz, ekmeğe kızılır mı?” dedi buruk bir gülümsemeyle.
Hep yüreğimiz ağzımızda yaşadık. Servisin geldiği saatlerde tüm komşularımız sokakta karşılardı evin erkeğini. Her gece gizli bir sevinç yaşanırdı madenci ailelerin evlerinde dillenmeyen.
Göçük korkusu başımızın üstünde kara bir bulut gibi dolaşsa da, o siyah tozla büyüdüm ben, onun ekmeğini yedim, onun sayesinde üniversitede okudum.
Haberlerde sevdiklerinin iyi haberini almak için bekleyen perişan aileleri görünce, yaşadıklarımız geldi aklıma. Analar, babalar, eşler, çocuklar, akrabalar… Korkuyu ve umudu aynı anda yaşıyorlar. Zor, çok zor... Bunu yaşayanlar daha iyi anlar. İçim yanıyor, yüreğim kanıyor. Ama dua etmekten başka bir şey yapamıyorum. Dilerim Suriyelilere el uzatan devlet, ellerindeki tüm olanakları ve kaynakları kullanarak, üç kuruş için toprak altına giren kendi vatandaşlarına ellerinden gelenin fazlasını yaparlar.
Canım babacığım, eğer yaşasaydın eminim haberi duyar duymaz atlar otobüse Soma’ya giderdin. Işıklar içinde yat babacığım. 19-05-2014