“Vay adamın ne haber?” ya da “O senin adamındır, söyle de halletsin işimizi…” vb ifadeler karşısında, her ne kadar son yılların vazgeçilmez modası ise de rahatsız olmamak bir kişilik sorunudur.

 

Ast-üst ilişkilerinin egemen olduğu hiyerarşik yapılarda bile, söylenenlere itiraz etme hakkı vardır. Hiç kimse, bir başkasını yasa dışı işlere ortak olmaya zorlayamaz. Arkadaşlık, dostluk, hatır-gönül, hukuku da olsa kırmızı çizgiler vardır ve olmalıdır.

 

Bunları yazarken aklımdan geçen altyazıyı sizlerle paylaşmalıyım… “… Gebe kalmak…”

 

Bir yerlere birilerinin özel desteğiyle gelmişseniz eğer, onlara gebesiniz demektir. Ne istenirse yapmak kaçınılmazdır. Tak… Şak… Gak deyince ekmek, guk deyince et vermek zorundasınız.  

 

Buna karşı koymanın bedeli de çizilip, karalama kâğıdı gibi buruşturulup atılmaktır ki tarihte hemen her dönemde örneklerini görmek mümkündür. Egemen güçlerin her kullandığının bir raf ömrü vardır.

 

Söz konusu teslimiyet, uluslararası ilişkiler mertebesine çıktığında ise akıbetin "hayırlara vesile" (!) olması mümkün değildir. Fincancı katırları bir kez ürktü mü, vay ayak ikiletenin haline… Oralara emperyal efendilerin dâhili ve harici desteğiyle gelenler, bunu unutup da “Ben neymişim be yahu?” havalarına girdiler mi kulakları derhal çekilir… Bu arada beyzbol sopası gösterdikleri de olur. Eğer o da yetmez ise kendi gazetelerinde yazılan makalelerle açık seçik hedefe oturtulur.

 

İngilizlere elini veren Damat Ferit Paşa, onların her istediğini yapmak zorunda kalmıştır. Ermenilerin, Rumların verdiği listelerdeki isimler tutuklanmış, Bekirağa Bölüğü’ne kapatılmıştır.

 

İngilizlerin tutuklattığı milletvekili, siyasetçi, asker ve aydınlar Malta’ya sürgüne gönderilmiş, Ermeni tehcirinde katliam yapıldığı savıyla emperyalistleri memnun etmek için kurulan Nemrut Mustafa Paşa divanında yurtseverler idama mahkûm edilmiştir.

 

Tarih, ibret alamayanlar için tekerrürden ibaret bir yolculuktur. Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan AKP’ye uzanan çizgide partilerin sadece adı ve figüranların isimleri değişmiştir ama kaderleri değişmemiştir. Raf ömrü biteni, hiçbir emperyal efendi hatırlamaz. Emperyalizm küresel çıkarları için B planlarını gözden geçirmeye başlar.

 

“One minute”nin kahramanı (!), Mavi Marmara olayının ardından İsrail’in NATO toplantılarına gözlemci olarak katılmasını ve NATO manevralarında yer almasını veto etmiştir.

 

Türkiye’yi arka bahçeye çeviren ABD, bu kez NATO Genel Sekreteri Rasmussen’i Ankara’ya göndermiş, Eş-Başkan ve şürekâsı ile yapılan görüşmeler pek verimli (!) geçmiştir ki İsrail’e konan veto kararı kaldırılmıştır.  

cleardot

 

İsrail basını ise bu vazgeçmede Patriotların Türkiye’ye gönderilme koşulu olarak İsrail’e konulan NATO vetosunun kaldırılmasının etkili olduğunu ifade etmiştir. Bu manevralarda Mavi Marmara olayında görev alan bazı birliklerin de görev alacakları basın yansımıştır.

 

“One minute” komedisinden ve Mavi Marmara olayından sonra ülke genelinde İsrail’e nerede ise savaş ilan edecek havalara giren bir iktidarın bu süreçte İsrail ile olan ticaretinin artması halka oynanan komedinin somut işaretlerinden biridir.

 

Gelelim, Washington Times gazetesinde çıkan Luke Montgomery imzalı, “Washington, Erdoğan’a desteğini yanlış veriyor” başlıklı makaleye…

 

Türkiye’de Patriotlar konusunda gündem değiştirmek için 2011 yılının Ocak ayında yayına giren bir televizyon dizisini kullanan Erdoğan, “kahraman ecdadımız…” edebiyatı yaparken ABD onu Osmanlı padişahları üzerinde eleştirmektedir. Sanki “Yeni Osmanlıcılık” denen elma şekerini Türkiye’ye dayatan ABD değilmiş gibi…

 

Eş-Başkan payesi verilen kişiye yazılan oyun metni dışına çıkmaması gerektiği medya üzerinden anlatılmaya çalışılmaktadır.

 

İyi bir tarihçi ve dış politika uzmanı olduğu belirtilen Luke Montgomery Erdoğan’ı, kimlere benzetmiyor ki?

 

Erdoğan’ı 1485’de matbaayı yasaklayan Sultan II. Beyazıt’a benzeten yazar, Osmanlı’ya matbaanın bu yüzden iki yüzyıl sonra geldiğini söyleyerek Türkiye’nin dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi olduğuna işaret etmektedir.

 

Erdoğan’ı 1880’de Kürtlere kısmi özerklik veren Sultan II. Abdülhamit’e benzeten yazar, Şeyh Übeydullah’a otonomi verildiğini, ancak çıkan ayaklanmalardan sonra bu uygulamadan dönüldüğünü söylemektedir. Özetle Erdoğan ile Kürtlere otonomi veren II. Abdülhamit arasında bağ kurulmaktadır.

 

Erdoğan’ı 1826’da Yeniçeri kışlasını top ateşiyle bombalayarak askerini yok eden Sultan II. Mahmut’a benzeten yazar, kendi ordusunun subaylarını tutuklatarak yargılatması arasındaki benzerliğin altını çizmektedir. Ayrıca Ergenekon ve Balyoz vb davalara da gönderme yapılarak hanedan özentisine dikkat çekilmektedir.

 

Yazar, son olarak Erdoğan’ı Batı hayranı Sultan III. Selim’e benzeterek Padişahın sonunu Batı hayranlığının getirdiğini ileri sürmektedir. Satır aralarında “Kürt Baharı” tehdidi olmasın sakın…

 

Luke Montgomery yazısını, Batı dünyasının en son isteyeceği şeyin Ankara’da bir sultan olduğuna değinerek, Obama’nın bir ara Erdoğan’ı dizinin dibine çekerek kulağına bu konudaki en kesin uyarısını yapmasını önererek bitirmektedir.

 

Washington “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” çizgisinden direkt uyarıya geçmiştir.     

Emperyalizme hizmette sınır, raf ömrünüz kadardır. Gelinen nokta ise “One minute sen bunu unut…” halidir. Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde toplum mühendisliği için tedavüle çıkan Taraf gazetesi işi bitince nasıl buruşturuldu ise tarihin çöplüğü sıradakileri beklemektedir.