Öyle noksanlar vardır ki diğer algı noktalarının gelişerek genişlemesine yol açarlar. Görme engellilerde ses ve dokunma algısı, görme yetisi olanlara göre daha ileri düzeydedir. Nota bilmeyen öyle müzisyenler vardır ki duydukları ezgiyi anında çalıp söylerler.

Coşkun Sabah anlatmıştı. Maksim Gazinosu yazın Taşlık Bahçede program yapardı. Coşkun'a da kanuni Bertan Üsküdarlı anlatmış. Mediha Demirkıran programa başlayacak. Bir akşamüstü provaya gitmişler. Repertuarda yeni bir beste var, kimsenin bilmediği. Sazlar için dört tane nota getirmiş Mediha Demirkıran.

Üç dört saz aynı notaya bakmaya çalışıyorlar. "Birinci çalışımızda" diyor Bertan Üsküdarlı, "Pek de iyi çalamadık. Mediha hanım tekrar çalmamızı istedi. Tam çalmaya başladık ki küçük bir esinti dört kişinin bakmaya çalıştığı notayı uçurup bahçeye savurdu. Biz üç saz kalakaldık. Mustafa Kandıralı ile yan yana oturuyorduk. Biz parçayı ilk kez çalarken o klarnetiyle meşguldü. Üç sazende rüzgârın uçurduğu notanın ardından bakarken Kandıralı bir kez yarım yamalak duyduğu şarkıyı süsleyerek çalıyordu."

Müzik zekâsı bu işte...

İkinci Dünya Savaşı yılları... Türkiye'ye Avrupa'dan ne plak geliyor ne de nota. Bazı yabancı filmlerin müzikleri ise pek revaçta. Orkestralar nasıl çalacak, solist nasıl öğrenip okuyacak şarkıyı?

İstanbul Belediye Konservatuarı hocalarından Şefik Gürmeriç sinemaya gider, o loş ışıkta film müziğinin notasını yazarmış. Filmi ikinci kez izleyerek de yazdığı notanın varsa hatalarını düzeltirmiş.

Duyduğu müziğin notasını anında yazmak da bir başka müzik zekâsıdır, becerisidir. Her nota bilen duyduğu müziğin notasını anında yazamaz. Her okur-yazarın yazar olamaması gibi.

Nasıl müzik zekâsı varsa, resim zekâsı da var. Bir objeyi gören, fotoğrafını çekmiş gibi aynen resmedenler var. Aynı yetkinlik, dans için de söz konusu. Bir figürü ilk kez görüp aynısını yapanlar var.

Bunları niye yazdım?

Adnan Binyazar'ın şu ifadesi çağrıştırdı bütün bunları. "Oysa akılsa akıl, duyumsamaysa duyumsama, yaratıcılıksa yaratıcılık, beceri ise beceri, özveriyse onun bin katı; erkekte ne ise kadında o!"

Sanat ürerimi söz konusu olduğunda erkeğin kadına göre sayısal bağlamda kadından daha önde olmasında erkeğin doğurgan olamayan yapısı olmasın sakın. Eksik olan doğurganlığını sanat üretimiyle dengelemeye çalışıyor olmasın sakın, insanlık tarihinde erkeğin egemen yapısının, ataerkil toplum düzeni, kadının sanat üretimini baskılayan en başat etken midir? Ancak hep söylerim, kadınlar olmasaydı dünyada sanat yine olurdu, ama bu denli bir sanat asla olamazdı. Kadının doğurgan yapısı burada da kendini gösteriyor. Sanatların oluşumunda ve gelişiminde nice eserin doğuş sebebi oluyorlar.

"Kadınlar insandır, biz insanoğlu" diye Neşet Ertaş'ın anısına saygıyla.

II

Bir şeyi yazar-çizerken; taş, çiçek, kedi, bulut, o şeyle birlikte ondaki yansımamızı, onun bizdeki izdüşümünü de anlatırız, ilk bakışta insanın salt kendini anlattığı anı, günce, günlük vb. metinlerde böyledir. O metinlerin arka planında yaşanan dönemin toplumsal yapısı resmedilir.

Kurmaca metinler (öykü, roman, sinema) resmedilen kahramanlarda betimlenen derinlik ise bir kişi gibi görünseler de birkaç kişinin alaşımıdırlar. Kurgu içinde kurgu...

III

"Kaybedenler, "yitik kuşak" her zaman edebiyatın izlenceleri içinde olmuştur. Bireyden toplumsala giderek genişleyen bir acıyla kurgulandığında yenilginin, yanılgıların bir sonuç olduğunu, güçler dengesi bağlamında kaybedenler olsa da tünelin ucunda bir ışık olduğunun kurgulanması gerektiğini düşünürüm.

 IV

"Siz onu topu çeken beygire sorun" derdi babaannem. "Bir tencere kaynar da içinde et mi kaynar, dert mi kaynar" misali durumlar için.

V

Ahmet Rasim'in "muhabir, muharrir, edip" ifadesini gel de hatırlama.

Muhabir, gazeteci...

Muharrir, gazetede yazar. Bugün köşe yazarı dediğimiz.

Edip ise edebiyatçı. Edebiyat ve basın tarihimize kuşbakışı göz atarsak ne çok edebiyatçının gazetelerde yazarlık yaptıklarını görürüz.

Hep söylerim ya her yazı yazan yazar değildir diye.

İşte örnek. Muhabir/haberci... Haberi yazıp sayfa sorunlusuna, yazı işleri müdürüne verendir.

Hemingway yazarlığa gazetecilikten gelse de bunun yaratıcı yazarlığı (edebiyat) öldürdüğünü söyler. Feridun Andaç, Oktay Akbal'ın bu durumdan yakındığını kendisinden dinlediğini söyler. Yaşar Kemal ise bir dönem röportaj yazarlığının onun için ufuk açtığını söylese de "Ne zaman ki Cumhuriyet beni kovdu, işte o zaman kendimi roman yazmaya adayabildim." (Aktaran Feridun Andaç)

VI

"Asıl usta, keman gibi çalgılarını iyi akort ederek güzel bir ses çıkaran değil, sözleriyle işleri arasında akort yaparak yaşamında en güzel uyumu kurabilendir." Platon