Geçen hafta kaleme aldığım "HER KRİZ FIRSATA DÖNER Mİ?" başlıklı yazımda toplumları ve devletleri hem bireysel hem de ortak bir testten geçiren, dünyanın her köşesinden insanın hayatını her anlamda etkileyen salgını fırsata çevirmek konusunda düşüncelerimi paylaştım.

Elbette, nüfusu altı milyarı aşan dünyada, insanlığı böyle topyekûn etkileyen bu denli büyük hadiselere her gün rastlamıyoruz. Fakat bir yandan hadisenin boyutunu düşünürken, diğer yandan da kendime şu soruyu sormadan edemiyorum; “KARŞILAŞTIĞIMIZ TEK KÜRESEL TEHDİT VİRÜS MÜ?”.

Başka bir deyişle, günlük hayatımızı doğrudan etkilediği ve sonuçlarını kısa vadede gösterebildiği için bir anda dünya gündemine oturan bu virüs gibi tehlikeli olan; fakat sonuçlarını uzun vadede gösterdiği ve günlük hayatımızı doğrudan etkilemediği için sürekli biçimde göz ardı edilen başka sorunlarımız yok mu? Şapkanın içerisindeki Tavşanı henüz görmemiş olanlar için hemen belirteyim, iklim krizinden ve küresel ısınmadan bahsediyorum.

Bu konudan, tam da şu zamanda bahsetmemin özel bir anlamı var. Zira salgının insanlığa yaşattığı tüm acı tecrübelerin yanı sıra; yaşananlardan çıkartılabilecek birtakım derslerin de olduğunu görüyorum.

Ülkemiz 2020 yılının ikinci yarısında ve 2021 yılının kış ve bahar dönemlerinde ne yazık ki bazı bölgelerinde neredeyse hiç yağış almazken bazılarında ise çok az yağış aldı. Bu durum kuraklık tehdidini ortaya çıkardı. Ülkemizde kuraklık daha çok, büyükşehirlerimizin “içme suyu” sorunu olarak algılandığı için tarımdaki gelişmeler çoğu zaman göz ardı ediliyor.

Uzmanlarca bu yılın kurak geçeceği öngörülüyor. Son dönemde karşı karşıya kaldığımız kuraklık soframızdaki gıda ile çiftçilerimiz ve hayvan üreticilerimizi de tehdit ediyor. Görünen o ki bu seneyi de üreticilerimiz ekonomik olarak zor atlatacak gibi.

Bunun biz tüketicilere bir yansıması olmayacak mı? Tabii ki olacak. Kısa vadede kuraklık nedeni ile üretimdeki düşüş sofralarımıza yüksek fiyat olarak yansıyacak ve ithalata bağımlılığı arttıracaktır.

Türkiye şimdiden kuraklık karşısında ortaya çıkacak olumsuzlukların önüne geçmek amacıyla Haziran ayı başında makarna ve buğday ihracatını yayımlanan tebliğ ile izne bağladı. Kuraklık tehdidi ile karşı karşıya kalan diğer ülkeler de süreç içerisinde bu şekilde radikal önlemler alacaktır.

Peki ne yapılabilir?

Bunu çay ekiminde yaşadığımız tecrübe ile açıklamakta yarar görüyorum.Kemalettin Kuzucu'nun araştırmalarına göre 1878'de, Hopa'da ve Arhavi'de çay ekimi başarılı olmuştu. Çalışmak için Rusya'ya giden yöre erkekleri, oradan getirdikleri çay fidanlarını evlerinin bahçelerine ekmeleri sonucu çay Türkiye'ye girmişti.

Bundan sonra çay ekmediğimiz yer kalmadı. Doğu Karadeniz'de bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı yönetimi Uzakdoğu'dan çay tohumu ve fidanı ithal edip, çay ekimini geliştirmeye çalıştı. 1880'li yılların sonunda Bursa Valisi İsmail Hakkı Paşa zamanında Japonya'dan getirtilen çay fidanları Bursa'da dikildi. Ancak Bursa ikliminin çay ziraatına elverişli olmaması yüzünden netice alınamadı.

Ardından imparatorluğun dört bir tarafında çay yetiştirilmesi için faaliyete geçildi. Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Aydın, Adana, Halep ve Suriye'nin değişik bölgeleri ve İstanbul'da çay ekimine başlandı. Ancak bu teşebbüs çay ekimi için seçilen şehirlerin ikliminin elverişsizliğinden dolayı bir netice vermedi. İşin ilginç tarafı Doğu Karadeniz'de çay yetiştiği bilinmesine rağmen bölgede üretimin artırılması yoluna gidilmemesiydi.

Rize'ye çayı getiren kişi 1910'larda Rize Ziraat Odası reisliğini yürüten Hulusi Karadeniz'dir. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması, Rize'nin Ruslar tarafından işgali Cumhuriyete kadar Rize'de çay ekimi ile ilgili çalışmayı durdurdu.

Hulusi Bey'in, Halkalı Ziraat Okulu hocalarından Ali Rıza Bey'e bilgilerini aktarması, modern çaycılığın kurucusu Zihni Derin'in de konuyla yakından ilgilenmesi Cumhuriyet hükümetinin çay politikalarının ilham kaynağı oldu ve bugün çay ihraç eden ülke haline geldik...

Sanayi üretimi yapan firmalar AR-GE çalışmaları ile üretecekleri mamuller ile ilgili kısa süre içerisinde sonuç alabiliyorlar. Ancak tarımsal üretim bu şekilde olmuyor. Ekimini gerçekleştirdiğiniz bir ürünün en az altı ila sekiz ay gibi bir zamanda sonucunu alabiliyorsunuz. Çay üretimi örneğinde de olduğu gibi bu iş bazen on yıllar sürebiliyor.

Bu nedenle Türkiye küresel iklim değişikliği ve küresel ısınma karşısında tarım politikalarını tekrar gözden geçirmelidir. Üretiminde iddialı olduğu ürünler dışında bir kuraklık haritası oluşturarak farklı tarımsal üretim metotları geliştirmeli, kuraklıktan az etkilenen tarımsal üretim çeşitliliğini arttırmalı, bölgesel ve yerel stratejik ürün yetiştiriciliğini teşvik etmeli, tarımda sübvansiyonu arttırmalı ve su kaynaklarını korumalıdır.

Böylelikle Türkiye küresel iklim değişikliği ve küresel ısınmayı fırsata çevirecektir.

En güzel günler sizlerin olsun.