On yıllık AKP iktidarı çıraklık, kalfalık diye tanımladığı dönemlerini ustalık söylemiyle kamufle ederek, kendi kendine yaldızla boyanmış tenekeden bir taç giydirmiştir.

Yaldızlı boyanın ihtişamı ile gözü kamaşan iktidar gün be gün baskılarını giderek artırmış ve bugünlere gelinmiştir. Topluma gösterilen ile gerçeklik arasındaki makas 2013 Türkiye’sinin fotoğrafıdır.

Toplum, medya kuşatmasında ileri demokrasi narkozuyla uyuşturulmuştur. Bu nedenle de yapılan baskıları “özgürlük öpücüğü” zannetmiştir.

Malum ağrı kesici ilaçlar sadece ağrıyı hissettirmez… Hepsi budur… Ağrı devam etmektedir.

Topluma yapılan baskılar ise bilinçaltında ciddi bir karşıt enerji biriktirmiştir. İşte bu noktada eylem ve eylemlilik iki şekilde seyreder. 

Toplumda küçük bir kıvılcımla kaynama noktasına geçilir. Cin, şişeden çıkar veya çıkartılır.  

Egemen güçler için bu tip eylemleri denetim altına almak veya zamana yayarak sündürmek daha kolaydır. Çünkü siyasi önderliğin olmaması egemen güçlerin avantajıdır.

Kendiliğinden gelişen olayları görerek koşar adım harekete geçen bazı siyasi yapılar bu eylemlilikten hisse kapmak için başlarını fotoğraf karesine sokacaktır. “Biz öncüyüz… Biz yaptık…” ifadeleriyle başlayan açıklamalar gırla gidecektir.

Hâlbuki eylem yapanlar ile fotoğrafa girenler arasında örgütsel, ideolojik bir bağ yoktur. Eylem dağılıp, dağıtıldıktan sonra eylemci ve destekçisi kendi köylerine dönecektir. 

Eylemi görüp, “Partiye 100 üye yazın!” deseler de hayat kendi yatağında akmaktadır. (Şekil A, Tekel işçilerinin direnişi)

Çağımızın toplumsal eylemlerinde internet üzerinden küresel tetiklemeler yaygın olarak kullanılmaktadır. “Arap Baharı” adı verilen Tunus ve Mısır’da eylemcilerin internet üzerinden kurgulandığı, eylemleri yönetenlerin nerelerde eğitildikleri, atılacak sloganlardan tutun da giyim seçimi bile planlanmıştır.

Bu eylemlerde yerel örgütler, küresel güçlerin uzantıları olmaktan öteye geçememişlerdir. “Mısır’da devrim oluyor…” diyenler kısa sürede yaşananların ne olduğunu görmüşlerdir. Şimdilerde ise yan kapıdan balkona çıkmanın peşindedirler. “Efendim, devrim olacaktı da emperyalizm sonradan devreye girdi…” mealinde sözlerle yanılgılarını saklamanın derdindedirler.

Mısır’da kurgulanan toplumsal muhalefet, raf ömrü biten Hüsnü Mübarek’e yöneltilmiştir. Tahrir Meydanı, “Mübarek istifa…” sloganlarıyla inlemiştir. Bu arada baş düşman ABD’nin adını anan tek slogan yoktur. Çünkü Tahrir Meydanı'nın mimarı Amerika'nın ta kendisidir. Küresel çeteler kendilerini ustalıkla gizlemiştir.

Ulusal ve evrensel ölçekte siyasetin, geçmişteki mücadele ve birikimlerin toplumsal belleğe mal edilerek yeni hamlelerin tasarlanması olduğunu işte tam burada altını çizerek söylemeliyiz. Tarihten ibret alamayanların “yenilen pehlivan doymaz” durumuna düşecekleri kaçınılmazdır. Siz buna bir de insan belleğinin unutma özürlü olduğunu ekleyiniz.

Mısır demiştik değil mi? Mısır’a “demokrasi” gelmiş (!), emperyalizmin himayesinde Müslüman Kardeşler örgütü iktidara taşınmıştır. Bir diğer deyişle diktatör Mübarek devrilmiş, yerine taze kuvvet Müslüman Kardeşler kitlelerin eliyle nöbeti devralmıştır.

ABD-AB’nin el bebek, gül bebek besleyip büyüttüğü, iktidar ettiği AKP, son dönemde emperyalizm için kontrolsüz güç haline gelmeye başlamıştır. Dr. Frankestein, AKP’yi yaratmış ama kontrol edemez noktaya gelmiştir. Ne nasihat, ne beysbol sopası kâr etmemektedir. Emperyalizm, yerli yabancı medyası üzerinden uyarılar göndermekte, atadığı Eş-Başkan’a söz geçirememektedir. Gerginlik üzerinden  nemalanan Erdoğan’ın ezberini bozmak şimdiye kadar mümkün olmamıştır. Hiçbir güç, gerdiği ipin ucunun boğazında olduğunu anlatamamaktadır. 

31 Mayıs tarihinde Taksim Gezi Parkı’nda çevreci ve doğa dostlarının başlattığı eylem üç aşamalı olarak seyretmiştir. Birinci aşama ağaçların altında kitap okuyarak Gezi Parkı’nda yapılacak kıyımı protesto eden çevreciler vardır.  

01 Haziran’da sabaha karşı 05.00’de parkta geceleyen çevrecilere biber gazı destekli hamle yapılmıştır. Bir taraftan da iş makineleri ağaçları hedef alarak çalışmaya başlamıştır. Sabaha karşı çeşitli tertiplerle saat 05.00’de insanları gözaltına alırken “kaçma şüphesini” ileri sürenler onlarca yıldır Gezi Parkı’nda kök salmış ağaçlar için de “kaçma şüphesi” olduğunu düşünmüş olmalılar!

İşte bu sırada sahneye BDP İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder çıkacaktır. Kendini iş makinelerinin önüne atarak kahramanlaşmaya çalışmıştır. Bu kahramanlık iki gün sürmüş, Önder sütre gerisine çekilmek zorunda kalmıştır. BDP’nin bu dönemde AKP aleyhine bir eyleme açıkça katılması eşyanın, müzakerelerin ve mutabakatın doğasına aykırıdır.

Bütün bunlar olurken 10 yıldır AKP tarafından halkta biriktirilen muhalif enerji cin misali şişeden çıkacaktır. Sosyal medya, cep telefonu vb iletişimlerle organize olan insanlar Taksim’e akmaya başlamıştır.

Halk kitlelerine ortaya karışık biber gazı ikramında ise sınır yoktur. Sahibinin sesi medyanın üç maymunu oynadığı bir çağda halkın haber alma özgürlüğü yine rafa kaldırılmıştır ama…

Ama bardak taşmış, tüpteki macun dışarı çıkmaya başlamıştır bir kere… Halk, malum televizyon kanallarının kapısına giderek bakar körleri protesto etmektedir. Bankalardaki hesaplarını kapatmakta, kredi kartlarını iptal ettirmektedir.

Bir taraftan da Taksim Cumhuriyet Meydanı başta olmak üzere yurt genelinde ve yurt dışında halk hareketine destek eylemleri başlamıştır. Bu durumu “Üç beş çapulcu…” olarak niteleyen Başbakan ipi gererek kitleleri kışkırttığının farkında değildir.

Türkiye’nin bir “Turuncu Devrim” tertibiyle karşı karşıya olduğunun ne Başbakan, ne de katılımcılar farkında mıdır acaba? 

Mısırlılar Tahrir meydanında biriktiğinde Mübarek’e “Halkına kulak ver…” diyen Erdoğan’a derviş dervişi sırayla öper sözünü hatırlatan birileri çıkmış mıdır dersiniz?

Turuncu Devrim hamlesi bayrağını alarak meydana çıkan kitlelerce şimdilik ötelenmiş gibidir. Ancak her türlü yabancı ajanın cirit attığı bir ülkede başlayan bu halk hareketi, siyasi önderliği olmayan ve hedefi konmamış bir eylem olarak yurt genelinde sürmektedir. Akşamları tenceresini kaşığını alıp da eyleme destek veren ev kadınlarını hangi güç bu eylemlere katmaktadır dersiniz? Evlatlarının geleceğinden kaygı duyan anneler koruma içgüdüsüyle meydanlara çıkmışlardır.

Emperyalizmin medya üzerinden verdiği narkoza rağmen kontrol edemediği güç işte budur. Türk milletinin sosyokültürel şifrelerini çözemediklerini bir kez daha anlayarak yerli yabancı kışkırtıcılar kullanarak yapılan eylemleri halkın gözünde küçük düşürmeye çalışanlar işbaşındadır. Televizyonlarda yüzlerini kapatanlara dikkat ediniz. Sahibinin sesi medyanın yakılan otobüs duraklarını, camları kırılan dükkânları göstermesi için birileri özel hizmet vermektedir. Taksim’de çevre temizliği yapanların cam çerçeve kırması mümkün değildir.

Halk, bütün içtenliği ile eylemlere destek vermektedir. 

Bir elinde bayrağı, diğerinde torunu... “Hayırdır, senin ne işin var amca?” diye sorar İdris Akyüz… Aldığı yanıt yılların gazetecisini şaşırtacaktır…

"Bugüne kadar Atatürk'ün izindeydim, bugün artık izin bitti göreve dönüyorum."    

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi halk bu eyleme bütün içtenliğiyle destek vermektedir.

Bilgi Üniversitesi’nden Esra Ercan Bilgiç ile Zehra Kafkaslı’nın yaptıkları ankete göre eyleme katılanların  % 39,6’sı 19-25, %24’ü 26-30 yaşları arasındadır. Yani eylemcilerin % 65’i gençlerdir. Bu katılım oranını Atatürk gençliği Cumhuriyete sahip çıkıyor diye yorumlanabilir. Ki doğrudur. Ancak eylemcilerin % 70’i kendisini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmemektedir.

Bu fotoğrafı şöyle yorumlayabiliriz. Bu eylem, Erdoğan’ın üstünü çizmiştir. Ama eylemcilerin % 70’i kendini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmediğine göre parlamento içi ve dışı siyasi yapıları da görmezden gelmektedir.

“Milleti birleştirdik, birleştik” diyenlerin atışlarının karavana çıktığı görülmektedir. 

Eylemcilerin basına yansıyan yedi maddelik istek listesi ise bütün Türkiye’yi ayağa kaldıran bu hareketin Taksim Gezi Parkı, Topçu Kışlası projesinin iptali, AKM’nin yıkılmayacağının açıklanması, biber gazı kullanımının yasaklanması, gözaltına alınanların serbest bırakılması, sorumluların görevden alınması ve ifade özgürlüğünün sağlanması ile sınırlandırmaktadır.

Taksim ve Gezi Parkı’nın eylemcilere terk edilmesi üzerinde düşünülmelidir. Neden?

Gelecek siyasi tablo için iyice yıpranan, raf ömrü hızla tükenen Eş-Başkan’ın yerine hazırlanan yeni lider için (Abdullah Gül müdür acaba?) mıntıka temizliğinin muhaliflere yaptırılmasıdır. Bu filmin benzeri 28 Şubat 1997’de yaşanmış, asker ve medya kullanılarak AKP için mıntıka temizliği yaptırılmıştır. Bu mıntıka temizliğinin mutfağındaki isimlerden biri olan Abdullah Gül, bu dönemin kara kutularından biridir.

İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Son sözü Mustafa Kemal Atatürk’e bırakalım.

“Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi yeterli değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi gereklidir.”

Buna da kısaca siyasi önderlik diyoruz. Tüm siyasi yapılar ne söyleyip, ne yaptıklarını bir kez daha gözden geçirmek zorundadırlar. Türk milletinden özür dilemesi gereken salt AKP değil, aynı zamanda milleti “Tam Bağımsız Türkiye” şiarında birleştirmeyi başaramayanlardır.