İstanbul’un imparatorluğun başkenti oluşu; savaş bölgesinin başkente yakınlığı ve ardında da başta Marmara Bölgesi ve Doğu Trakya bölgesi gibi iaşeye rahatlıkla kaynak oluşturulacak bölgelerin bulunuşu; üstelik öteki cephelerle karşılaştırıldığında menzilin, yani iaşe diğer lojistik hizmetlerinin daha kısa mesafede yapılıyor oluşu; gözle görülür bir rahatlık sağlamıştır.

Elbette ülke savaş yıllarını yaşadığına ve savaş da Osmanlı İmparatorluğu için, öteki ülkeler gibi büyük zorluklarla geçtiğine göre; gerek sivil yaşamda ve gerekse cephelerde beslenme ve iaşe sorunu, savaş öncesi yıllara göre kuşkusuz daha ağırdır ve zorluklar kendini göstermiştir. Ancak bu olumsuzluğun, düzenli ulaştırma, taşıma ve yeterli iaşe sağlanabilme gibi nedenlerle, savaşın yazgısını değiştirecek boyuta ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Kısacası asker en azından az da olsa bir ölçüde yiyecek bulabilmiş; cephenin karşısında düşman saldırıların yarattığı baskı; bir de cephe gerisinde açlık ve bunun tetikleyeceği diğer sorunlarla içten bir kuşatma havasına dönüşmemiştir…

Bu açıdan değerlendirildiğinde Çanakkale Savaşı’ndaki iaşe uygulama ve hizmetlerinde Osmanlı Ordusu’nun önceki yıllara göre oldukça yol aldığı; daha düzgün bir planlama yapabilme yeteneği geliştirdiği; iletişim ve haberleşme tekniklerini daha düzgün ve doğru biçimde kullandığı görülmektedir.

Prof. Dr. Kemal Arı,

Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü

Cesarettepe Kahramanı Mehmet Çavuş'un Öyküsü

Bu memleket ve millet için canını vermiş, kanını akıtmış nice kahramanlarımız unutulup gitmiştir tarihin karanlık sayfalarında... Bu gizli kahramanlardan biridir Kırşehir Çiçekdağı Safalı Köyü'nden 1891 doğumlu Hacı Hasan oğlu Mülazım Mehmet (Canpolat) Çavuş.

Mehmet Çavuş'un kaderi, komşu ilçe Yozgat Yerköylü Ali Galip Bey'in harp hatıraları Gazeteci Erhan Palabıyık tarafından derlenip Kültür Bakanlığı'nca “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” adıyla yayınlanınca değişti.

Erhan Bey'in gönderdiği nüfus kaydı ve askeri belgelerde Mehmet Çavuş'un Arıburnu, Cesarettepe'de tüm şehit ve gazi Mehmetçikler için yapılan “Mehmet Çavuş Anıtı” bölgesinde savaştığı siperlere “Mehmet Çavuş Siperi” adının verildiğini öğreniyoruz. Askeri kayıtlardan onun 1911 yılında köyünden çıkıp Balkan Harbi'ne katıldığını, ardından Çanakkale Cephesi'ne koştuğunu görüyoruz. 26 Nisan 1915'ten Haziran 1915'e kadar Cesarettepe siperlerinde düşmanla savaştığını, ağır yaralı olarak İstanbul'a hastaneye götürüldüğünü o dönemin basınından öğreniyoruz. İstanbul gazetelerinin onun kahramanlıklarını yazdığını, Padişah V. Mehmed Reşat tarafından da rütbesinin teğmenliğe yükseltildiğini okuyoruz.  İyileşince, doktorlar üç  ay hava değişimi izni verirler Mehmet Çavuş'a. Onu Kırşehir'e götüren tren 18 Temmuz 1915 tarihinde Ankara garına uğrayınca İkdam Gazetesi'nin genç muhabiri onu tanır. “Çanakkale'den bir harp hatırası anlatır mısın çavuşum?” diyerek yanına sokulur. O da başlar anlatmaya:

- “Şimdi Cesaret Tepesi namını alan tepede her tarafımız düşman tarafından sarılmış, bulunduğumuz sırada susuzluk bizi pek ziyade tazyik ettiğinden, tepenin eteğindeki Korku Deresi'nde bir çamur kaynağı oluşturan yeri kazarak olabildiğince içilebilecek kadar değilse de, dudaklarımızı ıslatacak kadar su çıkarmaya teşebbüs ettik. Düşman bize bunu da çok gördü. Hemen toplarıyla üzerimize ateş açtı. Allah'ın kudretine bakın ki, ilk attığı mermi bizim kazmaya uğraştığımız kaynağa saplandı. Aradığımız su kaynamaya başladı. Allah'ımıza şükrettik. Suyu şükür içtik. Kuvvetimiz yerine geldi. Allah'ımızın bize yardımcı olduğu hakkında imanımız kat kat kuvvetlendi. Cesaretimiz bir o kadar daha arttı” diye.

(SÜRECEK)