“4 TOPTAN 3'Ü TÜRKLERİ ATOMLARINA AYIRDI”

“Öğleden sonra, karaya çıkmayı başaran bizim topçular, etkili olabilecekleri bir bayırdan Türklerin üzerine ateş açtılar. Gün kararmadan önce, Türkler sahilde bizim askerlere karşı üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı. Queen savaş gemisi onların hareketini tespit edip üzerlerine top yağdırmaya başladı. Attığı 4 toptan 3'ü Türklerin üzerine düştü. Toprak ve üzerindeki Türkler atomlarına ayrıldı. Bu Lyddite toplarının etkisi inanılmaz. Topların sebep olduğu duman bile 27 metre çapındaki bir alanda bulunan herkesi öldürebilir.”

SYDNEY HARRİE SKİNNER

Mektubunda o gün İngiliz General Sir Ian Hamilton idaresindeki Queen Elizabeth gemisinde bulunan Avustralyalı askerlerin iyi iş çıkardığını savunan Sydney Skinner, kendi taraflarından 6 bin askerin öldüğünü ya da yaralandığını ifade ediyor.

Skinner'in kızı Robin Oliver, savaş gazisi olarak ülkesine dönen babasının 79 yaşında hayatını kaybettiğini söyledi. Robin Oliver.

TAŞIMA ULAŞTIRMA YERLEŞTİRME

18-Mart 1915 günlerine kadar ordunun erzakı Marmara Denizinden taşınıyordu. Orduya yiyecek, içecek maddeleri yarım günde ulaşıyordu. 18- Marttan sonra Fransız deniz altısının nakliye gemilerimizi vurması sonunda deniz yolumuz kapanmış oldu. Gemilerimiz hem yiyecek, içecek götürüyor hem de geri dönüşünde yaralı askerlerimizi İstanbul’a taşıyorlardı.

Fransızların gemilerimizi vurmasından sonra taşıma işleri karadan yapıldı. Karadan taşımada ise yiyecek ve içecekler anca bir haftada yetişiyordu. Bu da gösteriyor ki hiç taviz yok, var güçleriyle tüm imkânlarımızı kesmeye çalışıyorlardı. Çanakkale Savaşı’nı yalnız karşılıklı güçlerin birbirlerine yönelttikleri silahlarıyla gerçekleştirdikleri muharebeler bütünü olarak yorumlayabilir miyiz?

O, eğer yalnız muharebelerden oluşan bir cephe olarak ele alınırsa; emin olunuz, ondaki ruhu ve derin anlamı kavramak mümkün olmaz…

Şöyle söyleyelim:

Bir savaşın insani yönü nedir?

Yalnız savaşan orduların ileri ve geri çekilişi olarak bakarsanız; onun içinde nefes alan, koşan, yorulan her bir erin ruh dünyasını ve karşılaştığı güçlükleri dikkate almazsınız.

Bununla birlikte savaşın toplumsal ve insani boyutuna inemezsiniz…

Gelibolu, küçücük bir yarımadadır… Onda kısa süre içinde yüz binlerce kişi toplandı ve askeri düzen içinde yerlerini aldı…

Her kişi, Çekilen acılar, paylaşılan sevinçler, açlık, hastalık, ölüm, kahramanlık, vefa, sıla özlemi, gurbet hikâyeleri, sonu gelmemiş aşklar hatta ölmek üzere olan bir bedenin üzerine düşen soğuk nefes; açıkken kararıp giden ve ölümü yüzünüze okuyan gözler; derken elbette yeme, içme, açlık ve hastalık; soğuk, kar, yağmur ve daha nice zorluklar ve güçlükler!

Hadi biraz empati yapalım…

Bulunduğumuz toplumsal çevreden bir an kopalım ve hayatımızın baharında ölümle her an yüz yüze yaşamak zorunda kalacağımız bir ortama doğru yolculuğa çıkalım…

Henüz on yedisinde genç birisiniz. Apar topar askere alındınız.

Kısa bir eğitimden sonra bir anda kendinizi örneğin Conkbayırı’nda buldunuz… Siperde, bir avcı hattının içindesiniz ve karşınızda düşman hatları, siperleri ve denizde her biri devasa gövdesiyle gemiler… Tüfek ve top namluları size doğru dönmüş…

Gece, karanlık…

Soğuk, buza kesmiş…

Sırtınızda kaputunuz; gecenin çiği kaputunuzu geçmiş, teninize yapışmış…

Ve sevdiklerinizden uzakta, sanki bir kuyunun içinde kalmış gibisiniz ve üşüyorsunuz…

Nefesiniz gecenin ayazına yapışır gibi Arada karşı taraftan ne olduğunu anlamadığınız ışıklar yükseliyor; daireler çizdikten sonra kayboluyor…

Belki de bir anda gövdenize yapışan bir mermi ya da şarapnel, ölümün ne olduğunu kavrayamadan sizi yaşamdan koparıverecek Hissedebildiniz mi?

Evet; Çanakkale ya da herhangi bir savaş yalnızca topların, tüfeklerin patladığı, insan ölümlerinin ve yaralıların yalnızca sayı olarak bir tarafa yazılı verdiği sararmış sayfalarda kalmış kavgalar ve bu kavgaların sonuçlarını resmeden rakamlar değildir…

Savaş yalnız toplumlar için değil, o zorlukları yaşayan her bir birey için, kendinin karar vermediği, veremediği bir yazgıdır…

Şimdi rakamların ötesine geçelim ve yaşanan güçlüklerin yalnızca bir boyutuna bakalım…

Açlık ve tokluğa…Yeme içmeye…Buna literatürde “iaşe” diyorlar İaşe, orduların ileri ve geri hareketlerinde, savaşlarında ve eğitimlerinde en önemli sorunlardan biridir…

Tarih şuna tanıklık etmiştir: Zafer, yalnız orduların süngülerinin ucunda değildir…

Aynı zamanda o orduların iyi sevk ve idare yeteneğinde, iyi doyurulmasında, giydirilmesinde, hastalıklara karşı korunmasındadır…

Balkan Savaşı’nda Osmanlı Ordusu çok mu güçsüzdü? Silahı, cephanesi mi yoktu? Hayır!

Yalnızca iyi sevk ve idare edilememişti. Kıtalar doyurulamamış, herhangi bir bilgi ya da emir ulaştırılamamış; birlikler arasındaki irtibat tam bir keşmekeşe dönmüştü.Depolarda beslenecekleri yiyecekler varken; askere ulaştırılamamış, bunun sonucu olarak da açlıktan ve hastalıktan ölümler olmuştu.

•Hatta Ordu Komutanı Abdullah Paşa, kaldığı karargâh evin bahçesinde yaverinin topladığı mısır köklerini kemirerek savaşı komuta etmeye çalışmıştı.

Balkan Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nu yenen; Bulgar-Yunan-Arnavut ve Sırp Orduları değil, işte bu keşmekeş ve sevk ve idaredeki başarısızlıktı. Ulaştırma ve haberleşme işlerinin düzenli yapılamayışı; iyi bir örgütlenme ile askerin iaşesinin sağlanamamasıydı…

(SÜRECEK)