Küresel çeteler ve onların çeşitli ülkelerdeki uzantı dosyaları birbirinin içinden çıkan Matruşka bebeklere bezerler.
Bu yaratıklar, emperyalizmin hizmet sektörü olarak sahneye çıkartılırlar ve son kullanma tarihleri bitince çöpe atılırlar. ABD ve İngiltere gibi ülkelerde ise hizmetleri karşılığı emeklilik günlerinde ek iş ve gelirlerle ödüllendirilirler. Bu durum ardılları için bir teşviktir. Örneğin Irak, Mısır vb ülkelerdekilerin sonları ise pek acılı ve/veya kanlı olur. Ancak gel gör ki emperyalizme hizmette sınır tanımayan işbirlikçilerin ardılları hiç de ders almazlar halef-selef oldukları isimlerden.
Geniş kitleler mi dediniz? O geniş kitle, ister halk deyiniz, ister millet önlerine konan kâseyi kaşıklayarak ölür gider. Önlerine konan çorbayı çala kaşık içmeleri medya tarafından onlara dayatılmaktadır. O kitleler, sandığa giderek oy verdikleri isimlerin arka planındaki kuklacıyı bir türlü göremezler. Görmelerine de asla izin verilmez. Antik çağın köleleri hiç olmazsa köle olduklarının farkında idiler. 21. Yüzyılın Yeni Köleci Çağ’ın köleleri ise köle olduklarının ne yazık ki farkında değillerdir. Ne vahim bir trajedi…
Kısa bir tarih turu…
1980 sonrası yeniden sandık müsameresi için perde açıldığında dönemin as solisti Turgut Özal olmuştur.
Az geri plana gidersek 24 Ocak 1980 kararlarının “mimarı”, dönemin Devlet Planlama Teşkilatı ve Başbakanlık Müsteşarı olan Özal’ın nasıl darbe hükümetinde Başbakan Yardımcısı olduğu hiç sorgulanmamıştır. Siyasetin önde gelenleri Zincirbozan’a sürgüne giderken Özal 24 Ocak Kararlarını uygulamaya devam etmiştir.
Bu konuda en çarpıcı bilgi Erol Manisalı Hoca tarafından tarihe not düşülmüştür.
Yıl 1977… Erol Manisalı Hoca Park Otel’de bir açık oturuma davetlidir. Konuşmacılar arasında kısa boylu, şişman, kırpık bıyıklı, gözlük camları kavanoz dibine benzeyen biriyle karşılaşır. Daha önce hiç görmemiştir. DPT’den geldiği söylenir. Adı Turgut Özal’dır… O açık oturumda, 24 Ocak 1980 Kararları olarak tarihe kayıt düşülecek ekonomik yaptırımları sırasıyla anlatan ve ısrarla savunan kişidir.
Erol Manisalı ise önerdiği bu programın demokratik bir toplumda, partilerin, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin olduğu bir ülkede uygulanamayacağını altını çizerek ifade eder. Gelin görün ki Turgut Özal ısrarla bu programın uygulanması gerektiğini vurgular. Dediğim dedik bir çizgi…
T. Özal, daha sonra MSP’den İzmir milletvekili adayı olursa da kazanamaz.
Önce DPT Müsteşarı, sonra da artı Başbakanlık Müsteşarı olacaktır. Gelsin 24 Ocak Kararları…
Çikita Muz…
Türkiye hızla bütün dünyanın açık pazarı hâline getirilirken gündeme bir “çikita muz” tartışması düşer. Medya ver yansın “çikita muz yazmakta, tartışmaktadır. İşte bu durum Özal’a sorulduğunda, “Onların eline bir çikita muz veririz. Onlar muzla uğraşırken biz de işimize bakarız” demiştir.
Bugün ülkemizde yaşanan da aynı senaryonun yeni bir uyarlamasıdır. Hem de defalarca… Türkiye’nin gerçek gündemini milletten saklamak isteyen AKP iktidarı yapay, çakma gündemlerle halkı oyalamaktadır. Gerçek gündemde Türkiye’nin şehir devletlerine bölünmesi başta olmak üzere hayati konular vardır. Ama halk, “Küba’da cami kubbesi”, kadın erkek fıtratı” gibi çakma gündemlerle oyalanmaktadır. Bu durum, bir çeşit algı yönetimidir. Şöyle bir gazetelere, televizyonlara bakınız… Bir de sosyal paylaşım sitesi olan feysbook’a…
Kış kışlığını yapacaktır. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Çünkü herkesin bir görevi vardır.
İşin vahim tarafı, bu çakma gündemin peşine takılıp gidenlerdir. İşte bu sonuç küresel çetelerin “Toplum Mühendisliği” dediği kitlesel algı yönetiminin bir sonucudur.
Gerçek gündemi halka anlatması gereken muhalefet partileri ise dönüştürme yoluyla işgal edildikleri için Türk milleti önlerine konulan kâsedekini iştahla kaşıklamaktadır.
Burada suçlanması gereken ise halk değil, bu yapay gündemi anlatarak milletin gözündeki perdeyi kaldırması gerekenlerdir. Topluma baldıran şerbeti şifa niyetine içirilirken üç maymunu oynayanları tanıyınız lütfen…
Meraklısı için ek:
“Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman silah ve işaretlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez, kurbanları ile aynı aksanla konuşur, onların çehresine bürünür ve onların kanıtlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi hükümetin en üst düzey koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür, politik yapıya her türlü hastalığı bulaştırarak ulusun yaşam gücünü elinden alır. Bir katil, daha az korkuludur.”
Marcus Tullius Cicero
(MÖ 106 - MÖ 43)
Aradan neredeyse 2000 yıl geçmiş. Artık askeri işgal yerine işbirlikçiler eliyle ülkeler teslim alınmaktadır. Bu işgale karşı çıkacak her türlü yapı da iç operasyonlar ile küresel çeteler tarafından denetim altında tutulmaktadır. Yapay, çakma gündemlerle kitleler oyalanırken, gelişmelere muhalefet eder gibi görünerek kitleleri oyalayan “proje” muhalif yapılar kurdurularak sivil işgal sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu gerçeklik 21. yüzyılın en vahim trajedisidir.